Dört saat içerisinde İstanbul'a ayak basmıştı Özgür, sabahın körü denilen saatlerde ayakta olması dışında bir sorun yoktu. Havalimanından her zamanki gibi kimseye yakalanmadan çıktı ancak Sabit Bey'in bürosuna geldiğinde karanlık koridor boyunca inatla adım seslerini duyurarak ilerledi. Kısa bir büro turundan sonra nihayet kendisini bekleyen adamın odasını buldu ve kapıyı kendinden emin bir şekilde itti.
Sabit Bey açılan kapıyı fark ettiğinde şaşkın bakışlarını gizleyemedi. Birkaç saniye içerisinde hemen toparlanıp ayağa kalktı ve misafirini karşıladı.
"Hoşgeldin Özgür."
Özgür, içeri girdiğinde kısaca karşısındaki adamı süzdü. Alnına düşen kumral saçlarının hemen altındaki kalın çerçeveli siyah gözlükleri adamın yüzünü olduğundan büyük gösteriyordu. Boyu normal olsa da iri yapısı ve belli belirsiz göbeği de sahibine hiçbir ilgi çekicilik kazandırmıyordu. Yolda görsek bir daha dönüp bakmamanın yanında, hafızamıza herhangi bir yüz olarak bile kazınamaz normallikteydi.
Özgür hiçbir zaman laubalilikten hoşlanmazdı. " Hanım. Özgür Hanım deseniz daha sağlıklı bir iletişim kurabiliriz." dedi ve Sabit Bey'in tokalaşmak için uzattığı eli ile ilgilenmeden koltuklardan birine oturdu.
Sabit bozulduğunu belli etmemek için büyük bir çaba sarf ediyordu. Bunun başlangıç olduğunun farkında bile değildi. "Açıkçası gelmene yani... Gelmenize şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Davetimi geri çevirmediğiniz için teşekkür ederim."
"Teşekkür faslını çekemeyeceğim beyefendi. Ayrıca buraya davetinizi kabul etmek için değil, kendim istediğim için geldim. Şimdi, neymiş benimle konuşmanız gereken konu?"
"Özgür Hanım, sizinle daha önce resmi olarak tanışamamıştık. Ben Sabit Kalemkâr, babanızın ve Alten Yayıncılık'ın avukatıyım-"
Özgür oldukça sinirlendi."Avukatıydınız. Babam öldü, sanırım unuttunuz. Ayrıca sizi gayet iyi tanıyorum, sonuçta kim babasının mülküne konan bir yabancıyı tanımaz ki değil mi?"
Sabit karşısındaki kadının neler yapabileceğini az çok duymuş ve araştırmıştı ancak şu an kendisinin ne yapması gerektiğini hiç bilmiyordu. Tek aklına gelen sakin kalmaktı.
"Özgür Hanım, lütfen sert tavrınıza bir son verin. Ben size yardımcı olmak için buradayım, izin verin elimden geleni yapayım. Bu gece rahat bir uyku uyumanızı tavsiye ederim, zira bu aralar biraz yorulacaksınız gibi hissediyorum."
İşte bu bardağı taşıran son damlaydı, artık Özgür'ün sinirlenmemesi için hiçbir neden kalmamıştı. "Ne? Ne saçmalıyorsunuz siz? Beni uyumaya göndermek için mi buraya çağırdınız? Siz gerçekten düşündüğümden de aptalsınız!" Özgür hızla çıktı bürodan. Neden gelmişti ki? Ne sanmıştı? Sokak lambalarının aydınlattığı geniş kaldırımlı sokakta yürümeye çalışırken, sinirini bastırıp Deniz'i aramaya çalışıyordu.
Ne yazık ki bu gece hiçbir sorununa güzel bir çözüm bulamıyordu."Özgür Hanım eve gidemezsiniz ev ilaçlı, dilerseniz otelde bir rezervasyon yaptırabilirim?"
"Saçmalama, rezervasyon demek yarın sabah kapıda gazeteci ordusu demek. Başka bir çözüm bul!"
"Dilerseniz size aracınızı yollayayım, ama o zaman olmaz... Taksi, taksi yollasam size o esnada çözüm arasak?"
"Deniz, bu saatlerde pilin mi bitiyor senin? Kimseye görünmek istemediğimi biliyorsun. "
"Çok üzgünüm efendim ama size nasıl yardımcı olacağımı bilemiyorum. Bütün yollar kapalı görünüyor."
"Tamam kapat sen ben bakarım başımın çaresine." İşte yalnızlık... Herkesin hayatında en az bir kere hissettiği bu duygu ne yazık ki Özgür'ün hayat arkadaşıydı. Evi vardı, parası, işi... Ama yalnızdı hem de neredeyse her zaman.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KİM ÖZNE?
General FictionHayatımızın ipleri bizim elimizde mi? Yani yaşayacaklarımızı, düşüncelerimizi, duygularımızı ve kendimizi biz mi kontrol ederiz? Hikayemizin öznesi kim? Biz mi? Peki bu hikayenin bizim hikayemiz olduğu ne malum? Bize ait olduğu ne malum? Ya başkasın...