Doğru anahtarı seçip kapıya yerleştirdim. Yavaşça açarken, salondan gelen hafif ışığa takıldı gözlerim. Mum ışığını andıran kızıllık içimi ürpertti. Korkuyordum. Her yıl 19 Temmuzda, başıma gelebilecek şeyin gelmesinden korkuyordum. Yavaş hareketlerle montumu askılığa astım. Nefes alış-verişlerim düzensizleşmeye başlarken gözlerim yerde ilerliyordum. Salonun girişine geldiğimde yavaşça bakışlarımı kaldırdım. Yerde mumlar ortama kasvetli bir hava verecek kadar titrek yanıyordu. Etraftaki güller özenlice yerleştirilmiş, içimdeki korkunun büyümesine sebebiyet veriyordu. 'Sakin ol.' Dedim kendi kendime. 'Sakin ol. Buna hazırsın.' Gözlerimi biraz daha kaldırdığımda görüş açıma havada umutsuzca sallanan ayaklar girdi. Yutkundum. Nefes alamadığımı hissettim. Arkamı dönüp koşmak istedim. Hiçbir şey görmemiş gibi davranmak, eve hiç gelmemişim gibi anlatmak istedim. Sonra fark ettim, giydiği şık takımı. Yüzüne kaldırdım bakışlarımı. Kıskandırmak istercesine bir gülümseme vardı yüzünde. Ya da sadece ben deliriyordum. Bilemiyorum. Saçlarını taramış, şekil vermişti. Eline bir gül demeti bağlamıştı. Korkmuştu düşmesinden. Sevdiği kadına, en sevdiği çiçekleri götürememekten, yolda giderken düşürmekten korkmuştu. Bir kez daha kıskandım annemi. 9 yıl boyunca yüzüme bile bakmamış olan adamı, ölürken bile kendisini düşündürtecek kadar aşık etmesini... Arkasında bıraktıklarını düşünmeden, yüzünde aciz bir gülümsemeyle veda dahi etmeden yanına getirtmesini kıskanmıştım. Belki bir veda beklemiyordum. Bekleyemiyordum ancak... 'Belki bir defa gülümser bana.' Diye düşünmeden edememiştim yıllarca. Ama o gülümsememişti. Ne şimdi benim içindi dudaklarının kıvrımı, ne de daha önce. Bakamadım daha fazla yüzüne. İçimdeki kıskançlık üzüntümden yoğun geliyordu. Ve bu daha da ürpertiyordu beni. Güllerin üzerlerine basmadan ilerledim. Her zaman oturup onu izlediğim masanın üstünde şimdi bedeni sallanıyordu. Öncesinin ne zaman geldiğini bilmediğim gözyaşlarıma bir yenisi daha eklendi. Onun oturduğu koltuğa ben oturdum bu sefer. Yine onu izledim. Saatler geçti. Belki dakikalar. Zaman algımın varlığını hissedemiyordum. Kapının kırılma sesini duyduğumu hatırlıyorum. Bağırışmalar ve yüksek tonlamalarda sesler. O an kapalı perdenin ardından giren güneş ışığı çarptı gözüme. Sesler dağıldı. Görüntü bulanıklaştı. Sert koltuğa yığıldığımı hissettim. O gülümsemeden daha acizdi bedenim. Öfke doldum. Gözlerim kapanırken babamın parmakları arasındaki fotoğrafı fark ettim. Öfkem yerini kıskançlığa bıraktı. Ve hüzne...
