0.9

41 9 8
                                    

16 mayıs, 17.45

kızlarla okuldan sonra yemek yemek ve biraz laflamak amaçlı çok sevdiğimiz bir kafeye gelmiştik.

sanırım hayatımın en tıkırınca giden zamanlarını falan yaşıyordum. arkadaşlarımla aram her zaman olduğu gibi iyiydi, anonim ile iyi gidiyorduk ve sanırım oldukça hoşuma gidiyordu. beni seviyordu, ve bu beni mutlu ediyordu.

okul idare ederdi. derslerim düşmeye çok yakındı. devamsızlığım sınırdaydı. zar zor geçiyordum her şeyi. jimin yine tepemdeydi. okulu saymazsak her şey iyiydi aslında. mutlu sayılırdım.

kafede oturmuş sipariş vermek için garsonu çağırmış mönüye bakıyorduk. yuqi çikolatalı yaş pasta ve soğuk kahve almıştı. soyeon limonlu cheesecake ile soğuk kahve almıştı. ben sadece tuzsuz ve yağsız salata almıştım. midem kalksın falan istemiyordum.

siparişleri vermiş arkamıza yaslanmış ve gelmesini beklerken anonim'den bahsediyorduk.

"soojin, açıkçası senin adına gerçekten çok sevindim. ne de olsa sana iyi geldiğini söylüyorsun. ama gerçek olduğuna emin misin gerçekten? yani, şaka falan yapıyor olmasın birisi?"

soyeon yuqi'yi onaylarcasına kafasını salladı.

"yani, sonuçta kusura bakma ama okulda seni sevmeyip uğraşmak isteyen çok kişi var."

bunu derken yan çaprazımızdaki jimin'lerden bahsediyordu.

şerefsiz.

"hayır, hayır. jimin'den açıkça nefret ediyor, ve bana resmini falan atmıştı. engellediğim zaman aramıştı hatta. tam belli olmasa bile sesi kız sesiydi."

derin bir nefes alıp kafenin manzarasına çevirdim başımı.

"bilemiyorum. onunla ilgili yanlış bile olsa her şey doğru gibi geliyor."

konu üzerine pek konuşamamıştık çünkü siparişler gelmişti. soyeon üstüne içeceğini dökmüştü ve beyaz tişörtü batmıştı. yuqi ona yardım edeceğini söyleyerek tuvalete götürmüştü.

masada tek kalmıştım, aslında başlamak için onları bekleyecektim ama sebepsizce elim çatalıma gitmişti. ama tam da o sırada, kafeden içeri giren yüz elimin titremesine sebep olmuştu ve çatalımı düşürmüştüm.

üvey babam.

direkt gözlerime bakıyordu, ne kadar sinirli olduğunu görebiliyordum. kalbim deli gibi çarpıyordu ve ben çok korkuyordum. bu adam bana her şeyi yapabilirdi.

"seo soojin!"

adımı bağırarak, hayır kafeyi inleterek ve kafeyi sarsacak kadar sert adımlarıyla masama yaklaşmıştı. tam gözlerime bakıyordu. ellerim ve dizlerim titriyordu. yuqi ve soyeon yoktu. burada olmalarını ve beni korumalarını çok istedim. ama yoklardı.

"annen seni orospu ol diye mi doğurdu aptal kız?"

yanağımdaki sıcaklık bütün vücuduma yayılırken başım yana dönmüştü. kafedeki herkes buraya dikkat kesilmişti. tokat sesi hâlâ yankılanıyordu sanki.

her şey çok hızlı olmuştu. bir adam bize yaklaşmak için adımlamıştı, ama jimin ona öyle bir bakmıştı ki. adam geri çekilmek zorunda kalmıştı. babam beni kolumdan yakalamış ve hakaretler ede ede arabasına bindirmişti. tam o sırada camdan jimin ile göz göze gelmiştik. sırıtıyordu, resmen o yapmıştı. kim bilir neler demişti. neden benden nefret ediyordu?

uzun süren araba yolculuğunu sonunda bitirmiştik. arabada bana durmadan hakaret etmişti. orospu diyordu. geri zekâlı, aptal, sürtük. her şeyi demişti.

kolumdan tutarak evin içine ittirmişti, hayır direkt atmıştı. dizlerimin üstüne düşmüş ona bakıyordum. deli gibi bağırıyordu.

"orospu mu oldun şimdi başımıza? kimin yatağından toplayacağım lan ben seni! annen görse yüzüne tükürürdü orospu evladı!"

yüzüme fotoğraflar atmıştı. fotoğraflarda lucas ile sarılıyordum. birinde öpüşüyor gibi çıkmıştık, ama sadece kulağıma bir şey söylüyordu. ağlıyordum, deli gibi korkuyordum. ellerim, sesim ve dizlerim titriyordu.

"lucas bu. arkadaşım. sadece arkadaşım. yemin ederim."

ama sesimi duyduğuna emin değildim, çok sinirliydi. ve sesim çok titremişti.

"sus! sus sana kendini savunma hakkı sunmadım! orospuluğunu mu savunacaksın kaltak?"

titreyerek oturduğum yerde ağlıyordum. tanrı'm eğer oradaysan bana yardım etmek için tam zamanı.

eliyle birden çenemi kavramış ve yüzüne döndürmüştü. tiksinerek bakmış ve suratıma tükürmüştü.

"ama var ya,"

eli kemerine gitmişti.

hızla yerde geriye doğru gitmiştim.

"hayır! hayır! yapma, lütfen!"

üzerime adımlayarak kemerini eline almıştı.

"sana iyi bir ders gerekiyor."

iki kolumu tek eliyle tutmuştu. hiç zorlanmamış olsa gerekirdi.

tişörtümü kaldırtmıştı ve kemeri göberime vurmuştu. deli gibi çığlık atmıştım. acının haddi hesabı yoktu. ben iğne yaptırırken bile canı acıyan biriydim. arkadaşlarım şakasına vursa canım acırdı.

ama durmamıştı. göğsüme dört kere vurmuştu. hızını alamamış kollarıma üç kere, sırtıma beş kere vurmuştu. yine içine su serpilmemişti ki tişörtümü çıkartıp tekrar vurmuştu göğsüme, sırtıma, kollarıma.

eteğimden açıkta kalan bacaklarıma baktı.

"bu bacaklarla mı etkiliyorsun lan elin piçlerini?"

bacaklarıma da vurmuştu. tam o an ölmek istiyordum çünkü çok acı çekiyordum. derim kan topluyordu. hatta karnımın oralardaki bir iz kanıyordu bile.

yine yüzüme baktı. tokatlar attı bir sürü. tekmeledi. sonra saçlarımı çekti.

sonra gitti.

ben kaldım, salonda. yaralarımla. acılarımla. kanımla. göz yaşlarımla. hâlâ deli gibi bağırıyordum. ellerimle yeri soymaya çalışıyordum. sesim kısılmıştı. çıkmıyordu. ama ben bağırıyordum. canım yanıyordu.

jimin yapmıştı. bilerek bunu yapmıştı.

benden neden nefret etmişti?

beautiful flowerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin