New Prince

392 74 84
                                    

Seungmin'in saraya gelmesinin üzerinden 2 yıl  geçmişti bile. Şuan on üç yaşındaki çocuk, 1 yıldan fazla bir süredir prenslerin gördüğü dersleri de görüyordu. Günleri dolu dolu geçiyor fakat bu durum onu yormuyordu aksine acısını unutturuyor, kafasını dağıtmasını sağlıyordu.

Hyunjin, Seungmin'i uzun süre sonra tekrar bir araya geldiği kardeşiymiş gibi görüyor, elinden geldiğince ona yardım ediyordu. Binicilik derslerinde bir çok kez atın onu tekmelemesini engellemiş, keman derslerinde Seungmin'in ellerinin tahriş olmaması için taktikler vermişti.

Seungmin bulduğu her boşlukta kendini sarayın büyük kütüphanesine atarken, Hyunjin her seferinde piyanoya koşardı. Seungmin Hyunjin'den piyanoyu dinlemeyi gerçekten çok seviyordu, piyanodan çıkan her nota Seungmin'in zihnini rahatlatırken Hyunjin'i izlemek de kalbini rahatlatıyordu.

Seungmin fransızca dersi biter bitmez hemen ayaklandı sakin ama hızlı adımlarla  sarayın en alt katındaki büyük kütüphaneye ilerledi. Bir kaç gündür okumakta olduğu kitap çok sürükleyiciydi; eski rivayetler, batıl inançlar gibi bir sürü şey vardı. 

Seungmin kütüphanenin en köşesinde,duvarlardaki tabloların daha sık olduğu kitaplığa ilerleyip yerini ezbere bildiği kitabı eline aldı. Sayfaları hızlıca geçerek kaldığı yere geldi, okumaya hazırlanıyordu ki aklına harika bir fikir geldi.

Sayfasını kaybetmemek için işaret parmağını kitabın arasına koyup kitabı kapattı ve yavaş sayılamayacak bir şekilde yumuşak sesli notaların geldiği odaya ilerledi. 

Sonuçta okumayı da seviyordu Hyunjin'i dinlemeyi de. Öyleyse neden ikisini aynı anda yapmıyordu? Kapıyı sessiz bir şekilde tıklattı, ses gelmeyince odaya girdi. Zaten Hyunjin'in ses vermeyeceğini biliyordu.

Piyanonun melodisi tüm beynine işlerken, Seungmin pencerenin hemen altındaki sandalyeye oturdu. Hyunjin'i izlemeye başladı, ilk önce tuşların üzerinde gezen uzun, kemikli elleri sonra ise bembeyaz pürüzsüz yüzünü inceledi. Kapanmış gözlerini, burnunu ve pembenin en güzel tonu olduğunu düşündüğü dudaklarını...

Hyunjin'in gözünün altındaki beninin ona ne kadar yakıştığını fark etti. Henüz fark edemediği şey ise onu izlerken kalbinin hızlanmaya başlamasıydı. Elindeki kitap ellerinden kaymaya başlayınca ellerinin terlediğini gördü. Gelişigüzel elini üzerine sildi ve terleyen elleri sayesinde tekrar hatırladığı kitabını açıp okumaya başladı.

Seungmin hararetle kitabını okurken Hyunjin'in piyano çalmayı kestiğini fark etmemişti bile. Hyunjin Seungmin'in onu fark etmeyeceğini anladığında seslenmeye başladı.

"Min-ahh"

"Seungmin-aah"

"Kim Seungmin!"

Hyunjin'in sesini yükseltmesiyle kendine gelen Seungmin sakince 'efendim?' dedi. Hyunjin  kollarını önünde birleştirip kendisinden küçük çocuğa kırılmış olduğunu belli eden ses tonuyla konuştu.

"Sana sesleniyorum iki saattir. Benden önemli ne yazıyor olabilir o kitapta?"

Seungmin içinden 'seninle karşılaştırılabilecek kadar harika hiçbir şey, hiçbir yerde yazmıyor.' diye geçirdi. Bu düşüncesine karşılık olarak derin bir nefes aldı. Hyunjin yüzünden beyni ve bedeniyle çelişiyordu ve Seungmin kendiyle çelişmekten nefret ediyordu. Fakat bu çelişkinin sebebi Hyunjin olunca ister istemez yumuşuyordu. 

"Boşver Jinnie~ Öylesine bir kitap işte." 

Hyunjin bu cevaptan tatmin olmadığını saklamaya gerek duymadı.

"Peki o zaman Prens Seungmin, lütfen bana okurken benim varlığımı unuttuğunuz  'öylesine bir kitaptan' en son okuduğunuz paragrafı okur musunuz?"

Hyunjin gerçekten Seungmin'in ne okuduğunu merak ediyordu. Belki kulağa aptalca geliyor olabilirdi ama Hyunjin onu okuduğu kitaptan kıskanmıştı. Küçüğünün kahverengi gözleri bir tek onun üzerinde böyle olmalıydı. Bu bencilce düşüncelerini aklından atmak istercesine kafasını iki yana salladı. Şimdi Seungmin'e odaklıydı.

Seungmin, gördükleri derslerde de ona öğretildiği gibi kaybedeceğini bildiği savaşa girememeye karar verdi ve tekrar elindeki kitabı açıp derin bir nefes aldı.

"Çok eski bir inanışa göre insanlar eski hayatlarında  dört kol, dört bacak ve iki kafayla doğarlarmış. Öldükleri zaman ikiye bölünür ve yarım kalırlarmış. Yeniden doğduklarında ise hayatlarındaki amaçlarının diğer yarılarını diğer bir deyişle ruh eşlerini bulmak olduğuna inanırlarmış. Aksi takdirle yalnız ve mutsuz ölüp bir daha dünyaya gelemeyeceklerine inanırlarmış."                                          
                                                                                                                                                                                                   Hyunjin, elindeki kitaba dikkatle bakan çocuğun üzerinde gezdirdi gözlerini.                                         
                                                                                                                                                                                                      
'Bu tür saçma şeyler Seungmin söylediğinde neden mantık buluyordu, neden içindeki ümit duygusunun kıvılcımlanmasını sağlıyordu?'

The UNKOWN PRİNCE † HyunMinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin