-16 Mart 2008, Oregon-
"Defol git bu evden!" Diye kükredi Bill.
Bill'in kim olduğunu merak edecek olursa, annemin kendinden en az yirmi yaş küçük sevgilisi diyebilirim. Hemen hemen aynı yaşta olduğum bir insanın üvey babam adaylığı olduğu aklıma geldikçe gülme geliyor. Şu an evden kovuluyor olmamın sebebinde ben de masum sayılmazdım, ama yine de kendi evimden kovuluyor olmam biraz ironikti. Ve asıl ironik olan şey ise, annemin hiçbir şekilde karşı çıkmadan o lanet kıçının üstünde hâlâ oturabiliyor olmasıydı. Gerçi, bir şey söylemesini zaten beklemiyordum. Beni neden dünyaya getirdiği hakkında şüphelerim vardı, hatta öz kızı olduğum konusunda.
"Merak etme, Bill. Şu sikik evde bir dakikadan bile fazla durmaya tahammülüm kalmadı zaten." Sesimin onun kadar kalın çıktığı söylenemezdi, ama elime geçen eşyalarımla doldurduğum çantamı sırtıma asarken onunki kadar gür bir şekilde evin içinde yankılanmıştı. Sadece odasının kapısından başını uzatmış dolu gözleriyle bize bakan Jim için üzülüyordum; mantar kafalı, altın sarısı saçlı güzel Jim'im için. Onu bu delilerin arasında bırakmak, şu an istediğim en son şeydi ama giderken yanımda götürmek daha mantıksızdı. Altı yaşında bir çocukla, ne yapabilirdim ki sokaklarda? Kendim ne yapacağımı bile bilmezken.
"Kime gideceksin, River? Kaç tane arkadaşın var da, kime gideceksin?" Dedi annem içeriden acı dolu bir sesle.
Evet, bir tane bile arkadaşım yoktu. Ne okuldan, ne çevreden.
"Sizinle şu bok çukurunda barınmaktansa karanlık bir arka sokakta ölmeyi tercih ederim! Hoş, ne kadar umrunda olur bilmiyorum ama." Son cümlemde sesim olabildiğince alaycı çıkmıştı. O sırada çoktan ayakkabılarımı giymiştim bile.
"River-"
"Bırak, Sasha. Gitsin. İki gün sonra bok çukuru olarak adlandırdığı yere geri dönmeyecek mi zaten?" Şu pozisyonda erkek olmayı o kadar çok isterdim ki, Bill'in suratına sağlam bir yumruk sallamak.
Tam bir küfür savuracaktım ki, Jim'in daha da dolmuş gözleriyle gözlerim buluştuğunda kirli cümleler sarf etmemek için dudaklarımı birbirine kenetledim. Fısıldadım, bu kargaşada duymayacağını bilsem de dudaklarımı okuyabileceğini bilerek. "Seni seviyorum, bebeğim."
Kendimi dışarıya attığımda arkamdan gelmeyeceklerini bilsem de neredeyse koşuyordum. Bir yandan ise ağlıyordum. Hiçbirine acımıyordum, sadece Jim için üzülüyordum. Benim küçük sarı papatyam için. Yaşına rağmen çok akıllı bir çocuktu ve böyle bir aileyi haketmiyordu. Ailemizi seçemediğimizin bir kanıtıydı bu. Babam varken her şey daha güzeldi, yani, üç sene öncesine kadar. Maddi açıdan hep zor bir yaşantımız olmuştu, ama en azından evin içinde sevgi, saygı vardı. Annem, babam öldükten sonra değişmişti. Kırk iki senelik ömründe alkol içmeyen kadın, her gün alkol almaya başladı. Bir gün eve Bill'i getirdi. O zamanlar bahsetmişti, görüştüklerini biliyordum ve ona iyi geleceğini sanmıştım. Kısmen, ona iyi gelmişti ama eve iyi gelmemişti. Bill denen şerefsizin onu sevdiğini bile düşünmüyordum, muhtemelen bir çıkarı vardı ama zaten zar zor kendimizi geçindirebileceğimiz bir durumdaydık. Ne için annemle birlikte olduğunu hâlâ kavrayabilmiş değildim.
Boş boş gezdim sokaklarda, yüzüme vuran rüzgar gözyaşlarımı kuruturken. Kaç saat böyle dolaştığımı bilmiyordum. Telefonumu evde unuttuğumu fark edeli çok olmuştu, o yüzden saatten bi' haberdim ama şehrin sesinin gittikçe azalıyor olması saatin geç olmaya başlamasına işaretti. Artık sadece köpek seslerini duyuyordum çünkü, ve kedilerin birbirine olan tıslamalarını.
"Hey, fıstık." İrkilerek yönümü sokağın başından gelen sese çevirdiğimde dört kişi olduklarını görene kadar korkmuyordum, çünkü başıma laf atma olayları çok gelmişti. İğrenç bir dünyada yaşıyorduk ama şu an korkmaya başlamadığımı söyleyemezdim. Özellikle hepsi gittikçe bana yaklaşıyorken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytan
ChickLitBenim için, kaçış yolu Stan'di. Stanley Jones. O, cennetten atılan melekti.