Bazen yaptığımız seçimler hayatımızı derinden etkiler. Karambole yaşarız hep, sonunu bilmeden. Tahmin etmeye çalışırız ama genelde hiçbir şey beklediğimiz gibi çıkmaz. Üzüleceğimizi düşündüğümüz bir seçimde mutlu olabiliriz, mutlu olacağımızı düşündüğümüz bir seçimde üzülebiliriz de. Yaşamanın da en güzel yanı budur aslında: yaşayıp, görmek.
Ben ise bu seçimimle evin içine girdiğimden beri yanlış bir seçim yaptığımı anlamıştım. Sadece adını bildiğim birine sığınmak. Derin bir nefes aldığınız zaman evin içinin rutubet koktuğunu anlardınız. Burası daha çok gece kondu gibi bir yerdi, evin içindeki her şey eskiydi. Mutfak ve salon iç içe gibi bir şeydi, zaten mutfak diyebileceğim alan oldukça küçüktü. Rengi sarı olmadığına emin olsam da sararmış duvar kâğıtları dökülüyordu, açık gri olduğunu tahmin ettiğim koltuklar kirden siyah olmaya yüz bulmuştu. Tüplü küçük bir televizyon vardı ve kendi kendine çalışıyor, arada görüntü gidiyordu.
"Bu kapanmıyor da," dediğinde bakışlarımı evin içinde gezdirmekten alıkoyarak ona çevirmiştim. Televizyona garip bakışlar attığımı fark etmiş olmalıydı. "Kapandığı zaman açılmıyor, onun için sürekli açık."
Üstündeki kapüşonluyu çıkartıp ufak masanın yanındaki tahta sandalyelerden birine astı. Hâlâ kapı girişinde bekliyordum, kapı direkt buraya açılıyordu zaten. Buraya gelmek için adamın neredeyse bir ayaklarına kapanmadığım kalmıştı, şimdi neden kendimi kasıyordum?
Çoktan koltuklara geçmiş olduğunu seslendiğinde fark ettim.
"Otursana," eliyle çaprazındaki tekli koltuğu işaret etmişti. Başka seçenek de yoktu zaten, oraya oturmasam gidip yanına oturmam gerekirdi. Çantamı yanımdan ayırmadan sessizce gidip tekli koltuğa oturdum. Oturmamla birlikte koltuğun içine çökecek kadar eski olmasına şaşırmamıştım.
Aramızda büyük bir sessizlik oluştuğunda, aynı çizgi filmlerde olduğu gibi bir cırcır böcekleri ötmüyordu. Cilası atmış orta sehpanın üstünde duran sigara paketini işaret ettim bu sessizlikten kurtulmak için.
"Kullanıyor musun?"
"Her zaman içmem," dedi başını sağa sola sallayarak.
"Evini açtığın için teşekkür ederim."
"Biraz küçük," dedi arkasına yaslanarak. Şimdi de benin az önce yaptığım gibi, o etrafa bakınmıştı. "Pek konforlu bir ev sayılmaz, ama benim ihtiyaçlarımı karşılıyor."
Tek yaşıyordu. Gerçi, tek yaşamıyor olsaydı zaten beni evine almazdı.
"Anlat bakalım," delici mavi gözlerini bana çevirdi ve başındaki koyu yeşil bereyi çıkarttı. Elini başına attı, saçları kazıktı ve siyahtı. "Hiç tanımadığın birine sığınacak kadar çaresiz misin? Korkmuyor musun?"
Bir an nefesimi tuttum. Gerçekten, o kadar çaresiz miydim? Hayır. Korkuyor muydum? Hayır. Bazen saçma bir şekilde, karşınızdaki insana koşulsuz güvenirsiniz. O durumdaydım. Onun yüz ifadesi ve bakışları, ne kadar sert olsa bile.
"Sorunlu bir evde yaşıyorum, annemin sevgilisi tarafından kovuldum denebilir. İstesem kalırdım, ama odama çekilir onların arkamdan küfürler saydırmasını dinlerdim uyuyakalana kadar. Senden korkmuyorum, çünkü beni kurtardın." Dört kişi üstüne atlasa muhtemelen onu hallederlerdi, benden uzun olsa da fazla uzun bir adam değildi. Salak bir insan olmayan tanıştıklarını ve üstlerinde bir hâkimiyet olduğunu anlardı. Kim olduğunu, bu hâkimiyeti nasıl kazandığını merak ediyordum ama sanırım ilk etapta asıl konu bu değildi.
Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrıldı gibi oldu. Şu an gülümseyip gülümsemediğini anlayamıyordum, ama çenesinde bir gamze belirginleşmişti. "Sokaklardan daha güvenli bir yerdesin, yine de kimseye güvenmemelisin. Cesaretlisin, yine de aptalca bir hareket."
Dizlerinden destek alarak ayağa kalktı ve alan küçük olduğu için birkaç adımda ortadan kaybolmayı başarabildi. Elinde bir bıçakla geri dönseydi, sıçtığımın resmi olabilirdi. Bu sefer ondan bir şekilde kurtulup kaçabileceğim bir sokakta da değildim. Beni yakalayıp boğazıma bıçağı dayaması saniyelerini alırdı. Avuç içlerimin terlemeye başladığını hissediyordum.
Duvarın arkasından aniden göründüğünde yerimde sıçradım, ama elinde tuttuğu battaniye ve yastık ikilisiyle bana anlamsız bir şekilde baktı. Başımı hafif öne eğerek yutkundum, utanmıştım.
"Koltukta yatacağını söylemiştin," dedi buz gibi bir sesle. Hızlıca başımı salladım. Elindekileri az önce oturduğu ikili koltuğa bıraktığında üstünde bir tişört de olduğunu fark etmiştim. "O çantanın içinde ne olduğunu bilmiyorum."
Aslına bakılırsa, bunu ben de bilmiyordum. "Teşekkür ederim," sesim içime kaçmış gibi çıkmıştı.
Tişörte uzanarak aldım ve bakışlarımı yüzünde sabitledim. Koltuğun koluna yaslanmış, o da sadece bana bakıyordu. Yüzü aniden aklına bir şey gelmiş gibi bir ifadeye büründü, kaşları hafif çatılmıştı. "Adın ne?"
"River."
"River," diye tekrarladı başını hafifçe sallayarak.
Bunun üstüne başka bir şey söylemeyeceğini fark ettiğimde atıldım. "Sokaktaki çocukları... Tanıyor muydun? Sayıca fazla olmalarına rağmen senden korktular, bunun sebebi ne?"
Kaşları çatıldı, başını çevirdiğinde özellikle bakışlarını kaçırdığını düşündüm. Ani değişkenlik gösteren yüz ifadesinden sorumun cevabını alamayacağımı anladığımda yaslandığı koldan kalkmıştı bile. "Yarın uyandığımda burada olmazsın diye düşünüyorum," beni evine temelli almasını beklemiyordum zaten, bir geceliğine açmış olması bile benim için büyük bir şeydi. "Ben yatıyorum, üstünü burada da değiştirebilirsin. Koridorun sonundaki tuvalette de," bir an duraksadı. "Ama kapıyı kilitlemeni pek önermem, arıza çıkartabiliyor."
Onayladığımı duydu mu, başımı salladığımı gördü mü bilmiyordum, zaten birden ortadan kayboldu. Bir süre gelir mi diye bekledim, sesi bile çıkmadı. Tanımadığım bir adamın evinde ne kadar uyuyabilirdim, bilmiyordum ama en azından sokaklardan daha güvenliydi.
Koltuğa geçtiğimde bir süre uyumamak için direndim, ama yorucu bir gün geçirmiştim. Yorucu ve hızlı. Bu yüzden gözlerim en fazla bir saat dayanabilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şeytan
ChickLitBenim için, kaçış yolu Stan'di. Stanley Jones. O, cennetten atılan melekti.