2- HAYDUTLAR

311 35 0
                                    



Sonbahar kendini iyice hissettiriyordu. Ekim ayının fırçası, doğayı kızıldan, sarıya doğru bir çok sıcak renge boyamaya başlamıştı bile. Rüzgarla dökülen sarı-turuncu yapraklar, tarlalardan kalıdırılmış mahsüllerin, sarıdan kahverengiye çalan tonları ve biraz yüzünü gösterip insanın içini ısıttıktan sonra kaçarcasına giden güneş. İlk gün tarlaların ve yer yer küçük koruların içinden yol almışlardı. Danelya geçtikleri yerleri ezberlercesine bakıyordu dikkatle. Belki bir daha hiç göremeyeceği yerleri hafızasına kazımak istiyordu. Hayatı boyunca hapsedileceği yere götürülürken kendini son kez öğür hissettiği yerlerdi buralar. En azından hayallerini, rüyalarını süsleyecek anılar bırakmak istiyordu kendine.

Geceyi bir handa geçirdiler. Maiyetin tamamı hana sığmadığı için askerler dışarıda uyumak zorunda kaldı. Danelya ve nedimeleri de bir odayı paylaşmak zorunda kaldılar haliyle. En azından dışarıda yatmaktan iyiydi bu. Handa birkaç tüccar ve çevre köylerden gelip geçenler vardı. Leydi ve maiyeti tüm han sakinleri için konuşacak heyecanlı bir konu olmuştu. Onun başkente gönderiliyor olması, prensin müstakbel eşi olarak seçilmesi ve yemek sırasında görebildikleri kadarıyla zarafeti handa konuşulan tek konu olmuştu bir anda. Misafirlerden çalışanlara dek herkes için hem de.

Sabah erkenden toparlanıp, tekrar yola koyuldular. İkinci gün yol tarlalardan ve düzlük alanlardan uzaklaşıp, daha yüksek tepelerin ve ormanlık alanların içinden geçmeye başladı. Yolculuk ilerledikçe tepeler yerini yavaş yavaş yüksek dağlara bırakıyordu. Danelya kafasını pencereden çıkarıp, sarıdan koyu yeşile doğru perde perde yükselen bitki örtüsüne ve dağların doruklarına bakmaya başlamıştı. Manzaraya hayran olmuştu. Babasının kalesi de yüksekçe bir tepenin üzerine kuruluydu ama çevresinde böyle yüksek dağlar yoktu. Daha çok tarım için uygun düzlükler ve çok iddialı olmayan tepecikler vardı yer yer.

Kafasını arabadan dışarı çıkarıp yakınlarında bir asker aradı gözleri. Arabanın biraz gerisinde at süren askeri görünce eliyle yaklaşmasını işaret etti. Bu bir önceki gün kendisine kınayan bakışlar atan orta yaşlı asker değildi. Daha genç biriydi. Asker uygun mesafeye geldiğinde kafasını saygıyla eğip baktı genç kıza.

''Bu dağlar,'' eliyle dağları işaret edip devam etti Danelya, ''çok güzeller. Adı nedir bu dağların, neredeyiz şimdi?'' dedi meraklı bir ses tonuyla. Asker kafasını olumsuz anlamda sallayıp,

''Argnos dağları leydim. Babanızın topraklarından çıktık, yeşil çayırları geride bıraktık.''

''Argnos Dağları demek?'' diye onayladı hayran hayran bakarken doruklara. Daha önce hiç bu kadar heybetli ve gür ormanları olan dağlar görmemişti. Asker leydinin hayranlığını fark edip görüş alanını kapatmamaya dikkat ederek ekledi.

''Dağların arkasında deniz olduğu söylenir leydim.''

''Güney denizi mi?'' Daha önce denizi de görmemişti genç leydi. Çok uzakta olmadığını duymuştu ama kaleden çok da uzaklara gidememiş biri olarak hep duyduklarıyla idare etmek zorunda kalmıştı Danelya.

''Evet leydim. Başkent Giltera Güney Denizinin kıyısında. Biz henüz çok yakın değiliz denize ama başkente vardığımızda epey güneye inmiş olacağız.''

''Giltera'yı daha önce gördün yani?'' Danelya gideceği yer hakkında ilk defa biraz merak hissetmişti.

''Bir kere leydim. Surların içinde, denizin kıyısında büyük bir şehir. Limanına gemiler gelip gidiyor sürekli.''

''Bu yolculuk bittiğinde daha önce görmediğim ne çok şey görmüş olacağım desene.'' Danelya dalgın dalgın tebessüm ederken asker yorum yapmadan kafasını salladı.

DAĞLARIN LEYDİSİ (ÖN OKUMA )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin