Üzerinden geçen bir yıl içimdeki pişmanlığı azaltmamıştı. Hatta artırmıştı bile. Jackson'ın evine gidip oraya bakmam gerektiğini düşündüm. Geçen sene sadece banyoyu temizleyip bir daha hiç girmemiştim.
"Jack, üzgün olma tamam mı? Gün geçtikçe sana yaklaşıyorum çünkü. Zamanımın az kaldığını biliyorum. Dünyada seni mutlu edemedim. Özür dilerim... Gittiğin yer neresi bilmiyorum. Ama eğer cennet diye bir yer varsa oraya seninle girmeme izin ver olur mu?"
Jackson'ın odasına girip yatağına uzandığımda kafamı acıtan sert bir şey fark ettim. Bu bir defterdi? Ne yani yüzlerce şiirin ardında bir defter daha mı vardı?
Jinyoungie...
Bu defteri şu an okuyor isen büyük ihtimalle ben yokumdur. Ve kısa süre sonra sen diye de bir şey olmayacak demektir. Buraya birkaç şiir daha sakladım, Mark'a güvenim yoktu ama senin her şeye rağmen beni anlayacağını biliyordum. Geç de olsa değil mi?Şu an sen buradaysan
Küvetim çoktan kupkuru olmuştur.
Sen bana gelmezsin
Ölüm korkusu duymadan.
Seninle biraz daha kalmak isterdim
Sen kalmamı isteseydin
Beni değil, onu seçtin.
Önemi yok artık, varlığım gibi.Evimde bulacağın daha çok şey var Jinyoung. Birazcık gez, sonra devamını okursun. Tabii gezerken kendine zarar vermezsen. Bunu söylüyorum çünkü acıtacak canını. Acımasız olmadın hiçbir zaman. Gözlerinin doluşunu hissedebiliyorum bile. Merak etme. Ben acımı dindirmek için öldüm. Bunun için mutlu olmalısın. Şimdi bilgisayarımı aç ve 'Jinyoung' klasörüne gir.
Defteri bırakıp gözümü sildim kolumla ve bilgisayarın başına geçip açtım titrek ellerimle.
"Ah Jackson... Lanet olsun kendimden nefret ediyorum!"
Video vardı. Derince nefes aldım ve videoyu açtım. Jackson gülümseyen bir yüzle kameraya bakıyordu.
"Jinyoung-ah... Merhaba. Sana hep defterler tuttum. Hiçbir zaman böyle konuşmadım... Yani bilmiyorum. Ama canım çok acıyor ya. Video boyunca ağlamamaya söz verdim ama seni düşündükçe kalbime sancılar giriyor, gözlerimin çeşmesi açılıyor gibi. Ben seni çok sevdim. Kendimden kat ve kat çok. Yaralarım vardı benim. Hep sen iyileştir istemiştim. Yeni yaralar açtın. Sarı saçın bana yakışacağını düşündüğünü söylediğinde evde kendi kendime boyamaya çalışmıştım, saçımın yarısı yanmıştı."
Gülümsedim gözyaşlarım arasında. Çünkü o da gülümsemişti. Başını yukarı kaldırıp derince nefes aldı ve gözlerini silip konuşmasını sürdürdü.
"Bedenimde yaralar var. Ama gerçekten kalbimdekiler kadar acıtmıyor. Hani bugünkü hariç diğer defterde son şiirimde yazmışım ya, küveti su doldurdu diye. Yalan söyledim Jinyoung-ah. Küvette benim acılarım vardı. Acılarımla doldurdum küveti. Sonra bedenimdeki üzüntülerle birleştirdim. Sen şu an bunları gördün, o yüzden diyorum. Hala o cesaret bende yok. Ama sen izlediğinde çok cesur olduğumu hatırla tamam mı? Seni seviyorum Jinyoung. Keşke sen de sevseydin beni. Seni üzmezdim. Gerçekten... Ama olsun. Önemli değil. Ben sadece fazla hassasım bu dünya için. Sonuçta beni sevmek zorunda değilsin."
Titreyen çenesi ve taşan gözyaşlarını gördüğümde hıçkırarak ağlamaya başladım.
"Jackson yalvarırım geri gel..."
"Özür dilerim Jinyoung. Seni kalan hayatında kendi sevgimle lanetlediğim için özür dilerim. Mutlu ol tamam mı? Çünkü ben sen mutlu ol diye gidiyorum. Seni izliyor olacağım. Asla sana değdiremediğim öpücüklerimle, hoşçakal hiçbir şeyim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
•Rose• (Jinson)
FanfictionSeni bulacağım demiştim güzelim, Berbat ettin hayatımı, yine de çok sevdim. Vazgeçemedim, ihtimal bile vermedin. Artık son sözüm bunlar sana... Gideceğim, göreceksin.