T A N I T I M

79 4 10
                                    


Elimde sağlam kalmayı başarabilmiş tek şarap şişesiyle odada tek başımaydım.

Etraf cam kırıklarıyla doluydu.

Sokağı aydınlatan tek lamba, tüm salonu aydınlatmaya yeterken gücümü kaybediyor gibiydim.

Sanırım artık, ölüyordum.

Yaşamayı dilemek bile, diğer insanların normal olduğunu gösterir nitelikteydi belki de.

Ancak ben, artık yaşamayı dilemiyordum.

Kapıya son bir defa baktım, onun gelmesini, beni bu cehennemden çekip almasını diledim.

Ancak o, hâlâ gelmemişti.

Şişenin kapağını açıp, tüm şarabı tek bir seferde içmek istedim.

Ne midem, ne de bilincim buna müsaade etmişti.

İğrenerek kendimi geri çektim. Nefret ediyordum artık tüm bu her şeyden.

Acılarım, nefrete dönüşmüş birer ağaç dalıydı sanki.

Kendini ateşe kaptıran ise, neydi bilmiyorum.

Sinirlenerek elimdeki bu son şişeyi de yere fırlattım.

Çıkan sesle irkildim bir anlığına, sonra hiçbir şey olmamış gibi etrafıma bakındım.

Etraftaki cam kırıklarını inceledim. Yerde oturup, onlara bakarken biraz daha yaklaştım cam kırıklarına.

Elime aldım bazı kırıkları, kan parmaklarıma ince ince işlercesine.

Gözlerimi sımsıkı kapamaya çalışırken, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım.

Sahi ya, ne istiyordum şimdi ben?

Ölmeyi mi, yoksa birinin beni bu cehennemden kurtarmasını mı?

İkisi de değildi.

Ben onu istiyordum!

"Lütfen gel... " diyebildim sadece. "Lütfen... "

Telefonuma baktım, yeni bir mesaj geldiğini gördüm. Gözlerimin uyuşmaya başladığını farkettiğimde, orada ne yazdığını da okuyamamıştım.

Ancak biliyordum ki, bu yine o kişiydi.

"Kimsin sen?! " diye haykırırken ayağa kalkmaya yeltendim. "Hayatımı zehir ettin! Kimsin sen?! Kimsin?! "

Cevap gelmemişti. Hiç gelmeyecekti de.

Onun buraya yakın bir yerde olduğuna emindim içten içe. Ayağa kalkmayı başardığımda boy aynasında kendimi incelemeye başladım.

Yüzümdeki makyaj, gözyaşlarımdan dolayı birbirine karışmış gibiydi. Dudağımdaki kırmızı rujun tonu, ellerimdeki kanla eş değerdi.

Burukça gülümsedim.

Ardından merdivene doğru ilerledim. Dengemi kaybedeceğimi anladığımda mutfak kapısının olduğu yere doğru tutundum.

Kendimi tekrardan toparladığımda merdivene ilk adımımı atmıştım.

Derin bir nefes aldım ve devam ettim.

Arada bir yine denge konusunda zorlansam da en sonunda çıkmayı başarabilmiştim.

Terasa doğru giderek ışıklarla süslenmiş bu yere bir kez daha gülümseyerek baktım. Güzel anılarım buranın şahidi gibiydi.

Ancak burayı daha iyi bilen biri daha vardı.

O.

Kafamı sol tarafa doğru çevirdiğimde ışığının açık olup olmadığına baktım..

"Nereye gitmiş olabilirsin? "dedim kırılgan bir ses tonuyla. "Niye şu an da burada değilsin? Neden? "

Cevap gelmemişti. Tek başıma kalmıştım bu koca boşlukta.

Kanlı ellerime baktığımda, gözyaşlarımın onlarla buluşmasını seyrettim usulca.

Birden aklıma onun bana söylediği bir söz gelmişti.

"Başını göğe çevir. Orada kendinden bir şeyler bulacaksın. "

Başımı göğe çevirdim. Dolunay vardı, tüm karanlık göğü aydınlatıyordu.

Ve o ayın üstünde ufak ufak açık renk lekeler vardı.

Bu bendim işte, Çilay.

Bu hayat benim hayatımdı, Çilay'ın hayatı.

Işıldayan, bütün bu güzel hayatımın içinde ufak ufak lekeler vardı.

Kimsenin farketmediği.

O lekeler, beni gökyüzünün karanlığına çekmeye çalışıyordu sanki.

Ama her karanlık gecenin bir de sabahı vardır. Öyle değil mi?

O güneş doğana kadar, ben tüm cehennemi yaşıyordum içimde.

Sessizce dolunayı izlerken, aşağıdan bir ses geldiğini farkettim.

Bu, kapının zil sesiydi.

Kimin geldiğini merak etsemde, uzun zamandır beni yiyip bitiren bu korku, yeniden nüksetmişti.

Merdivenlerden aşağı inerken dengemi bu sefer kaybetmemiştim. Buna o an şaşırsam da kapıdaki kişiyi bekletmemek adına hızlıca ilerledim.

O an bir şey oldu.

İçimden bir ses, kapıyı açmamam gerektiğini söylüyordu. Korkumun boşuna olmadığına dair.

Tereddüt içinde yaklaştım kapıya, bu korkuyla daha ne kadar yaşayabilirdim ki?

Kapıyı açışımla kimseyi görememiştim .

Adımımı dışarıya attığımda birisinin orada olduğunu farkettim. Kendisini göremesem de gölgesini farketmiştim.

Adım seslerinin buraya doğru yaklaşmasıyla hızlı bir hareketle kapıyı kapattım. Köşede duran anahtarı elime alarak altı ve üstü kilitledim.

Kalbimin küt küt arttığını farkederken, telefona ulaşmaya çalıştım.

Ancak yerde duran cam kırıkları ayağıma batmıştı.

Acı içinde kıvranırken kendimi koltuğa - zor da olsa - atmıştım.

Ayağımdan akan kanlar yerle buluşurken, kapıdan sesler geldiğini duydum. Kapıyı kırmaya çalışıyordu adeta.

"Yardım edin! "diye bağırdım son çare olarak. "Lütfen bana yardım edin! "

Telefonumdan numaralara tuşlayacakken, yeni mesajların da olduğunu farkettim. Bunlar az önce okuyamadığım o mesajlardı.

Birsürü mesaj gelmişti yine. Kapıyı hâlâ kırmaya çalışıyordu bu sırada.

Gözlerimi sıkıca kapandıktan sonra, tekrardan açtım ve mesajları okuyabilmeyi diledim.

Mesajları okuyabiliyordum. Gelen onlarca mesajın hepsinde aynı şeyin yazdığını farkettiğimde kapının kilidi kırılmıştı. Koca bir çığlık atarak gözlerimi tekrardan kapadım.

Aynı şeylerin yazdığı bu mesaj, şu anı temsil ediyordu işte.

"Yolun sonuna geldik Çilay. "








Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 19, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

HASLET Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin