"Tell me how all this, and love too, will ruin us."
-Richard Siken
Dazai'nin hayatı artık şeftali çiçeği oğlandan ibaretti. Teni aydan daha güçlü parlıyor, saçları gün batımını boyuyor, gözleri okyanusları dolduruyordu. Dazai ilk görüşte aşka inanan birisi değildi. Bu konuda da fikrini değiştirmeyecekti. Bu duyguları bir saplantıdan ibaretti ve kesinlikle sona ereceği günü iple çekiyordu. Gerçekten sinir bozucuydu bu, öyle ki Dazai sırf bundan kurtulmak için acıya bile katlanabilirdi. Ama yapmadı.
Okulu olan günler en azından hiç durmadan ders çalışırsa şeftali çiçeği oğlanı aklından çıkarabiliyordu. Yorucuydu, Dazai'nin hayatta en çok nefret ettiği şeydi belki de çalışmak. Saatlerce tek bir yere odaklanmak onun için neredeyse imkansızdı. Bir gün bile zor dayandı, ikinci günün gecesi sinirlenip dışarı çıktı. Biraz sakenin çözemeyeceği bir sorun değildi bu, neden bu kitaplarla kendini yoruyordu.
_______________
Gözlerini bir kez daha o soğuk ve sert beyaz ışığa açmıştı. Ah, yine buradaydı. Etrafına bakındı. Geçen hafta getirildiği hastaneydi! Dazai'nin içinde bir savaş dönüyordu. Umutsuz romantik kısmı neşesinden havalara uçup şeftali çiçeği oğlanı görebilmeyi umarken nihilist kısmı hızlı bir intihar yöntemi bulma çabalarındaydı. Hemşireler odaya bir hasta getirdiklerinde ise savaşın kazanan tarafı belli olmuştu.
"Nakahara-san, odanız burası. yarım saat sonra Mori-sensei visite gelecek. Büyük ihtimalle bugün çıkarsınız."
Nakahara... Soyismi Nakahara olmalıydı... Ah, ne kadar da güzel bir isim! Tam da sahibine yakışır zarafette!
Nakahara-kun'un gün batımı saçlarına, okyanus gözlerine bakakalmıştı. Nakahara tabiki de onu fark etmişti.
"Hey."
Ne kadar da güzel bir sesti onunki; kısık ve hafifçe nefesli. Dazai'nin aklı istemsizce asla gitmemesi gereken yerlere gitti ve bu yüzden kendinden tiksindi. Fakat gerçekten de bir insanın normal konuşması bile nasıl bu kadar çekici olabiliyordu? Bu nasıl mümkündü? Dazai bu saplantısı yüzünden kendinden nefret ediyordu.
"Hey."
Daha fazlasını söylemeye çalışmadı bile, ya konuşamayacaktı ya da Nakahara-kun'un kendinden nefret etmesine sebep olacaktı. Bu konuda emin olmasına yetecek kadar deneyimliydi.
Sonuçta onunki utançla dolu bir hayattı.
"Adım Nakahara Chuuya, seninki?" Diğer yatakta yatan genç sordu. Fısıldayarak cevap verdi Dazai, kendisi hariç kimse tarafından duyulduğundan emin bile değildi. Eline bir kitap aldı fakat okuyacağından değil, okuduğunu anlamıyordu bile. Sadece o an Nakahara-kun'dan- Chuuya'dan başka bir yere odaklanmak zorunda hissediyordu. Dazai Osamu uzun yıllar önce insanlığını yitirmişti, kim bilir, belki de hiçbir zaman insan olmamıştı. Chuuya'ya baktığı her saniye, onun güzelliğine leke sürüyordu sonuçta. Öyle mükemmel varlıklar kendisi gibi şeytanlardan olabildiğince uzak tutulmalıydı.
Chuuya, Dazai'ye garip bir bakış attı ve önüne döndü. Dazai o bakışı gözünün ucuyla bile görse tanırdı, hayatı boyunca insanların ona gösterdiği tek bakıştı sonuçta- nefret, tiksinme, garipseme; ancak hepsinin altında saklı bir merak.
"Peh, anormal herifin tekisin"
Kızılın ağzından çıkan cümleyle Dazai'nin gözleri büyüdü. İlk kez bu kadar dobra bir insanla karşılaşıyordu Dazai. İlk konuşmaları olmasına zağmen Chuuya aklından geçeni olduğu gibi söylüyordu, hiç filtrelemeden. Çoğu insana göre bu kabalıktı, bazısına göre ise kesinlikle kabul edilemezdi. Ama Dazai'ye sorarsanız Chuuya'nın yalanlar yüzünden karmaşaya uğramamış bu kişiliği insanın mümkün olan en saf haliydi.
Dudaklarının kenarları hafifçe kalktı. Belki en azından bir arkadaşlık ümidi vardı.
"Öyle derler, Dazai Osamu ben, memnun oldum."
Y/N
Selam, ölmedim!.. sanırım... Yine bir şeyler yaptım işte, umarım düzgün bir şeye benzemiştir.
betimleme hariç hiçbir şey yazamıyorum lol
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayaletler Ve Şeftali Çiçekleri
FanfictionDazai Osamu ölmek istiyordu. "Bir hayalet nedir ki? Canlı gözüken ölü bir şey. Öldüğünü bilmeyen ölü bir şey" ~~~ Kusursuz, fakat geçici. Nakahara Chuuya'nın varlığını özetlemenin en iyi yolu bu olmalıydı. "Canlı olmaya çalış. Yakında öleceksin." Bi...