Dazai Osamu ölmek istiyordu.
"Bir hayalet nedir ki? Canlı gözüken ölü bir şey. Öldüğünü bilmeyen ölü bir şey"
~~~
Kusursuz, fakat geçici. Nakahara Chuuya'nın varlığını özetlemenin en iyi yolu bu olmalıydı.
"Canlı olmaya çalış. Yakında öleceksin."
Bi...
"The world is changed because you are made of ivory and gold."
-Oscar Wilde
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Gözlerini hafifçe araladı genç. Kirpiklerinin arasından giren parlak, beyaz ışık canını yaktı. Sert ve soğuk. Kollarına baktı. Damarlarına bağlı tüpler, evindekinden çok daha yumuşak bir yastık ve ancak farkına vardığı katlanılamaz bir dezenfektan kokusu.
Ah, elbette. Bir hastane odasının tanıdık rahatsızlığı. Yine sarhoş olmuş ve yolun ortasında bayılmıştı Dazai. Daha sonra da en yakın hastaneye kaldırılmıştı.
Tipik bir pazar sabahı...
Dazai'nin hayatı gerçekten de bundan ibaretti. Hafta içleri nefret ettiği bir üniversitede nefret ettiği hocaların nefret ettiği dersleriyle uğraşır, hafta sonları ise bir gününün tamamını sakin bir barda içerek, sonraki gününü ise akşamdan kalma bir halde, muhtemelen bir hastanede, baş ağrısıyla uğraşarak harcardı. Amacı olmayan bir hayat sürüp eninde sonunda kuru bir yaprak gibi kimse fark etmeden yok olacaktı. Anlamsız bir ömür için anlamsız bir son... Gerçekten de uygun olurdu.
Serumunun bitmesine daha çok vardı, fakat çoktan sıkılmıştı. Kalkıp kıyafetlerini kontrol etti. Gömleği temiz, pantolonu lekeli ama halen kurtarılabilir, paltosu sağlam, telefonu yerinde, cüzdanında ve çantasında eksik yok... her şeyi tamamdı. Şimdi yapması gereken tek şey ise birkaç sıkıcı saat boyunca odasında oturup serumun bitmesini beklemekti. çantasından kulaklıklarını ve kitabını çıkardı. Daha burada kalması gerekiyorsa en azından vaktini bu şekilde geçirebilirdi.
____________________
Bir saat sonra serumu ve kitabının üç bölümü bitmişti. Güler yüzlü bir hemşire damaryolunu çıkarmış ve Dazai'ye oldukça iyi davranmıştı. Maalesef çifte intihar teklifini kabul etmedi. Ah, çok güzel bir kadındı halbuki... Bu anlamsız dünyadan ayrılırken en azından yanında güzel birinin olmasını çok isterdi. Ancak, düşündü, yapacak bir şey yok. Kimseye istemediği bir şeyi zorla yaptıramazdı.
Eşyalarını toplayıp odadan ayrıldı Dazai. En sevmediği kısma gelmişti: çıkış işlemleri. Sonu gelmez bir sırada saatlerce bekleyip sıra kendisine gelince orası dışında her yerde olmayı isteyen bir sekreterle konuşmak ve bu sırada yüzüne gülümseyen bir maske takmak zorunda kalacaktı. İşte Dazai'nin en nefret ettiği kısım tam olarak da buydu. Böyle zamanlarda yapılabilecek en iyi şey beynini kapatmak olurdu. Dazai da tam olarak bunu yaptı.
Sonunda o beyaz koridorlardan kurtulabilmişti Dazai. Hastane bahçesinden çıkıp evine dönebilirdi. Gözleri bir an evine en yakın çıkışı aradı ve o sırada bulduğu şey bundan daha güzeldi. Çok daha güzel.
Pekala, belki şey demektense kişi demek daha uygun olurdu.
Gördüğü kişi belki de yeryüzündeki en güzel varlıktı. Uzun, kıvırcık, günbatımı saçları o taze kar gibi bembeyaz, lekesiz yüzü ne kadar da güzel çerçevelemişti. Hele o mavi gözlere ne demeli... Engin denizlerin tüm güzelliği ve gizemi sanki o iki gözde toplanmıştı. Vücudunun da geri kalır yanı yoktu. Bir şeftali çiçeği gibi küçük, zarif, sevimli. Oğlanın güzelliği, zarafeti, bir Ön Raffaelocu tablonunkiyle yarışabilirdi. Her kısım bir başka kısmı ön plana çıkarıyor, tüm bu parçalar birleşerek nasıl mümkün olabiliyorsa narinliğine rağmen güçlü bir bütün ortaya çıkarıp insanın nefesini kesiyordu.
Maalesef, hayat durgun bir resimden daha karmaşık, Dazai'nin bulunduğu yer ise bir hastane bahçesiydi. O tanrısal güzelliğin de burada olmak için bir sebebi vardı. Aniden öksürerek yere düşen o meleğin bedeni de elbette ki onu yarı yolda bırakmıştı. Evet, dikkatli bakılınca vücudunun bir şeftali çiçeğine sanıldığından da fazla benzediği ortadaydı. En ufak bir rüzgarda uçuverecekmişçesine narin, dokunursan parçalanacak kadar kırılgan.
Oğlan kesinlikle Tanrı tarafından dünyaya gönderilmiş bir melekti, görevi insana güzelliğin anlamını öğretmek. Güzelliği her haliyle tanımlamak. Bedeninin her karışı bir heykeltıraş tarafından mermerden ustaca yontulmuş gibi pürüzsüz, usta bir ressamın fırçasıyla boyanmış gibi zarif, fakat her an bir meltemde savrulacakmışçasına kırılgan.
Kusursuz, fakat geçici. Oğlanın varlığını özetlemenin en iyi yolu bu olmalıydı.
Şeftali çiçeği oğlan düştüğü yerden kalkıp hastaneye yönelirken Dazai daha fazla dayanamayıp bahçeyi terk etti. Evine giden otobüste dikkatini dağıtmak için kulaklıklarını takıp en sevdiği şarkıları açtı, ancak her nota ona şeftali çiçeği oğlanın kusursuzluğunu anımsatıyordu. Evine varınca buzdolabından bir kutu konserve yengeç çıkarıp ısıttı. Yemeğini yerken aklı önce denize, oradan da şeftali çiçeği oğlanın deniz gözlerine gitti. Gözlerini kapatınca bile zihninde şeftali çiçeği oğlanın yüzü beliriyordu.
Hayatında ilk kez bir şeyden bu kadar etkilenmişti Dazai. Bu hissin ne olduğunu bile bilmiyordu, bildiği tek şey bir an önce bundan kurtulmak istediğiydi.
Y/N Selam! Ea, sanırım bir şey yaptım..? Umarım batırmam da hoşunuza giden bir kitap çıkarırım. Okuduğunuz için teşekkürler ~Sumi