1. Bölüm

203 12 2
                                    

Yürürken bilerek yoldaki kurumuş yaprakları eziyorum. Çıtırtı şeklinde gelen sesi çok hoşuma gidiyor. Yan tarafta balık tutmaya çalışan Anar vatandaşlarına bakıyorum. Onlara her zaman bir saygım olmuştur. Ne hoştur ki burada balık, yılda 4-5, hadi şanslısın desek 6-7 tane çıkar. Bunu konuşmalardan duyabiliyorum. Doğduğumdan beri. Bu yüzdende Anar vatandaşlarına balık yemek pek nasip olmuyor. Kendimi düşününce, daha balığın tadını bile bilmiyorum.

Madene giden işçiler hafiften şarkılar mırıldanıyor. Şehrin uzak kısımlarına giderken yine aynı yerin önünden geçiyorum. Mis gibi ekmek kokusu bile doymama yetiyor, fırına hiç bakmadan önünden yürüyüp geçiyorum.

Evlerin bulunduğu kısımdan uzaklaştığımda ilerideki ağaçlıkların arasındaki kayayı görüyorum. İtmem biraz zor oluyor. Ama en sonunda zorlada olsa itip içeriye atlıyorum.

İçeride 76’yı görmemle rahatlıyorum. Oda burada. Hemen yanına gidiyorum. Burayı biz kazmıştık, sıcak ve güvenli.

“2, şu taşları al çabuk, ileride bir tavşan gördüm.”

“kaç aydır tavşan yiyoruz acaba? Şimdiye dek soyunun tükenmiş olması gerekirdi 76.”

“o tavşanı yiyemeyenler var 2, yemek bulduğumuzdan şükret bence.”

Saçımı yukarıdan toplayıp 2 yıldır giydiğim botlarımın açılan bağcıklarını bağladıktan sonra içi taşla dolu olan çantayı omzuma geçiriyorum.

Yaşadığımız yer olan Anar da, herkesin ismi bir numara. Benimki 2. Herkes doğduğu zaman ya bir önceki ölen kişinin numarasını, yada yeni bir numara alıyor. Her yıl sadece bir kere Anar meydanında bir ziyafet düzenleniyor. Oda yarın. Biz 76 ile anar vatandaşlarının pek gelmediği ormana gider taş atıp hayvan avlarız. Birde 14 var. O kız. Bütün vatandaşlar fakir ve yemek kıtlığı var. Anar başkanları ve Anar Bilim Örgütü olarak adlandırılan örgütün akla hayale gelmeyecek teknolojileri var, paraları ve yemekleri.  Fakat burada vatandaşlar açlıktan ölüyor. Bunu her zaman saçma buldum.

İleride bir hareketlenme görmemle elim çantama gidiyor bir taşı yavaşça kavrıyorum. Göz ucuyla 76 ya baktığımda benim gibi davrandığını görüyorum. Taşı sıkıca tutarken yavaşça elimi çantadan çekiyorum. Hareket eden varlık bir yerde sabit durunca taşı çok sert bir şekilde atıyorum. Benden hemen sonra 76 bu hareketi yapıyor. Hayvanın tam kafasına isabet ettiğinden ölüyor. Yanına gittiğimde bunun bir tavşan olduğunu görüyorum.

“hiç şaşırmadım.”

Kulaklarından tutup kaldırıyorum. Bir bakıma onları öldürmekten nefret ediyorum. Çok tatlılar ve yaşamaya hakları var.

İleride daha büyük bir hayvan görünce elime iki taş alıyorum. Tam atacakken bir adam sesi geliyor.

“2!”

Bağırma-fısıldama sesi 76’dan geliyor. Beni bir kayanın arkasına sürüklüyor. İyice yerleştiğimizde adamları dinlemeye başlıyoruz.

“orada bir şey mi var?”

“sanmam.”

“bir ses duydum gibi geldi.”

“hayal görüyorsun, hala uyanamadın mı sen?”

“tamam, sana da bir şey demeye gelmiyor.”

“ yarınki ziyafette her şey açıklanacak nede olsa.”

“Başkan Anar ne düşünüyor olabilir?”

“aklında ne olduğunu bilmiyorum ama bu iş için baya para harcadı. Ayrıca hastalıklı insanlar varmış planında.”

“ah, onlar iğrenç. O hastalığa yakalanmak istemezsin.”

“isteyen yok zaten, ama Başkan Anar’ ın aklındaki şey her neyse kötü bir şey. Umarım deney faresi olmayız.”

“umarım.”

Başkan Anar –Anar’ı yöneten kişi- ın emrinde olduğunu düşündüğüm adamlar giderek uzaklaştı. Onlar uzaklaştıktan sonra sesleri neredeyse duyulmuyorlardı ve başka konuya geçmişlerdi. Yerimizden çıkıp 76 ile bakıştık.

“onlar kesinlikle Başkan Anar’ ın emrinde olan kişilerdi.”

“banada öyle geliyor. Ama burada ne işleri olabilir ki? Hastalıklı insanlardan kastları ne?”

“gizli olduğu belli, ayrıca cevabını bilmediğimi bildiğin soruları sorma. Evde kafa yorarız. Bir tavşan bugünlük yeter. Çukura gidelim.”

Ses çıkarmayıp kazdığımız yer olan çukura yürümeye başladık.

--

Saat 9 olduğunda sokağın başında devriyeler belirdi. Devriyeler bu tarafa geliyordu. Gözlerimi sokaktaki insanlarda gezdirdim. Birkaç çocuk oyunlarını bırakıp kenara çekildi. Anar Bilim Örgütünün süper teknolojisiyle olduğunu düşündüğüm – bu benim abartmak için uydurduğum bir şey- bir kutudan havada ışık çıktı. Kamerada Başkan Anar tüm halka gülümsüyordu.

“Sevgili Anar halkı, bundan sonra saat 9 dan sonra dışarıda kimse kalmayacaktır. Yarın saat 1 de ziyafet başlayacak, herkesin gelmesi zorunludur…”

“gelmeyen birileri olacağını sanmıyorum zaten.” Diye mırıldandığımda annem olan 44, işaret parmağını dudaklarına götürdü.

“… Saat 9 dan sonra dışarıda olanlar bir kere uyarılacak, eğer ikinci kez uyarma gereğinde bulundurturlarsa derhal bana getirilecek. İyi geceler Anar!”

Ekran kapandı fakat arabalar ilerliyordu. Aynı görüntü birkez daha çıktı ve aynı konuşma başladı. Sokak sokak sürecekti büyük ihtimal. Başkan Anar’ın emrinde olan tuhaf giyinimli ve ellerinde silah olan adamlar herkesi eve girmesi için silahlarıyla ittirmeye başladılar. Onlar zahmete girmeden 44 ve ben eve yöneldik. Annelerimize “anne” diye hitep etmeyiz. Adı ile sesleniriz. Anar’ın hangi kuralı mantıklıki zaten?

Evde getirdiğim tavşanı pişiren babam 37, tavşanı kesip tabaklara dağıttı. Aç olunca insan her şeyi yiyebiliyor.

Yemeği yedikten sonra odaya çekildim. Herkes aynı odada yatıyor. Zenginlik lüksümüz yoktu zaten. Erkek kardeşim 17, bu tarafa doğru geliyor.

“bu saatte uyumuş olman gerekirdi 17.”

“uyku tutmadı 2. Yarın nihayet güzel bir yemek yiyebileceğiz. Tabi…”

“…herkes bitirmeden bize kalırsa.” Diye lafını tamamlıyorum. Gülümsüyor ve bana sarılıyor. Bend eona sarılıyorum. Yarın güzel olmalı ve en azından ailem yemek yiyebilmeli.

Yatağa yattığımda uyuyamayacağım barizdi. Saat 9’dan sonra dışarıda olanlar Başkan’ın yanına götürülecekti. Peki orada o insanlara ne yapılacaktı? Dahası, bahsedilen hastalıkta neyin nesiydi? Düşünülecek çok şey vardı.

--

Uyku tutmuyor ve yataktan kalkıyorum. Ayakkabının bağcıklarını bağlayıp saçımı örüyorum. Üstümü giyip çantamı alıyorum. İçine taşları doldurup dışarı çıkıyorum. Saat gece 4 ve etrafta kimse yok. Yavaşça yürüyorum. Bu saatte dışarıda muhafız gibi kişilerin olmamasını dileyerek. Sokak lambaları yolları yeterince aydınlatmıyor ve ışıklar gidip geliyor. Biraz yürüdükten sonra bir çalılığın önünde duruyorum. Temiz hava ciğerlerimi dolduruyor. Sokağın başında bir araba beliriyor ve hemen çalılığın arkasına saklanıyorum. Araba hızla önümden geçiyor. Geçerken içindeki görevlilerin kahkahalar atarak sohbet ettiklerini görüyorum. Bu karanlıkta çalılıkların arkasında olmasam bile beni fark etmeyecek gibi görünüyorlar. Araba sokağın sonlarında kayboluyor ve kahkaha sesleri uzaklaşıyor. Hızla kalkıyorum, temiz hava uykumu getiriyor. Yatağa hızlıca girip gözlerimi yumuyorum. 37’nin –babam- horultuları, 44’ün –annem- ağzını şapurdatmaları ve kardeşim 17’nin hafif birşeyler mırıldandığını duyuyorum. Botlarımı çıkarmaya zahmet etmeden odaya geçip yatağa giriyorum. Ani bir yorgunluk çöküyor, kendimi halsiz hissedip uyuya kalıyorum.

HAYATTA KALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin