İnsan yaşamı her zaman renkliydi. Kimisi mavi, kimisi pembe, kimisi ise siyah yaşıyordu hayatını. Farklıydı. Her şey o kadar farklıydı ki, dönüp baktığımda sadece 'Bu ben miyim?' Diyebiliyordum. Ben miyim? Ben kimim ki?
Sadece sabahları, iğrenç alkol kokusuyla gevrek-süt için kalkan ve geri yatan biri. Belki bir duş. Duvarlarımda bulunan resimlere her baktığımda, gençliğim gökkuşağı gülümsemesini sunuyordu. 'Ben kimdim ki?' diyordum. Bu adam ben miydim? Ben böyle gülebiliyor muydum?
Siyah yaşıyordum. Hayatımı baştan, uca simsiyah yaşıyordum. Gözlerimi aydınlığa kapatıyor, karanlığa merhaba diyordum. Kalbim ağrıyordu. Kalp ağrım karanlıkta biraz olsun geçiyordu.
Cidden, nasıl böyle oldum ki?
"Jungkook! Jungkook! Buradayız!"
Kafamı kaldırdığımda, derince daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Beni boğuyordu. Düşünmek ciddi anlamda beni boğuyordu, stresin kralını yaşıyordum ve bunu alkol içerek gidermeye çalışıyordum.
Jimin delicesine salladığı elini zıplayarak dikkatleri üzerine çekiyordu, ve sesi sanki müzikten daha çok duyuluyordu. Ah, içmeyi severdim ama barlar... barlardan nefret ederdim.
Özür dileyen bakışlarımı çevreye gönderiyor, hızla masaya gitmeyi çabalıyordum. Derince alkol soluyor, kıçlarında ter kokan insanların yanından geçiyordum ve kusmamak elde değildi. Onların ıslak tenlerine dokunmak iğrençti.
"Saatlerdir seni bekliyoruz. Aramalarıma da cevap vermiyorsun. Bir sorun mu var?"
Yarı alkollü yegâne arkadaşım beni sorguya çektiği gibi, sadece onu buradan alıp çıkmak istemiştim, çünkü içimde kötü bir his vardı. Malafatı yiyecekmişiz gibi hissediyordum.
"Hayır, motordaydım, açamadım. Hadi artık gidelim, sarhoşsun."
Masada bir kaç kişi vardı. Hiçbirini tanımıyordum, tanımak da istemiyordum.
"Ne?! Hayııır, biraz daha duralım. Otur şuraya!"
Jimin beni zorla yanına oturtmuş, bu sefer de kendisi ayağa kalkmıştı. Saçları birbirine girmişti. Dolgun dudakları ıslak, yanakları pembeydi. Neden bu kadar içmişti ki?
"Nereye gidiyorsun?"
Bana cevap vermeden yanımdan geçip, dj'in yanına yürümüş, adamın kulağındaki kulaklığı çıkarıp ona bir şeyler söylemişti. Parmağıyla beni göstererek gülümsemiş, adam da bana bakarak kafasını sallamıştı.
Hayır, ne yapıyordu o?
Adam müziği keserek mikrofonu Jimin'e vermiş, tüm dikkatler orayı bulmuştu.
"Hepinize iyi geceler, gençler! Beni dinlerseniz sevinirim. Herkes şuradaki, tavşana benzeyen çocuğa bakabilir mi? Şu, hani saçları uzun ve gözleri büyük olan. Evet o, bu gün kendisinin doğum günü. Lütfen onun için bir alkış alabilir miyim? Teşekkürler!"
Yapmışlardı. Beni manyak bir alkış seromonisine tutmuşlardı. Bu gün doğum günüm olduğunu bile bilmiyordum. Hazırları ellerinde bira şişeleriyle yanıma gelip, hediye ediyorlardı. Kimisi şarap, kimisi bir bardak kokteyli bırakıyordu.
Jimin beni düşündüğü için bunu yapmamıştı,
"Harika, daha fazla alkol!"
Elbette bedava alkol için yapmıştı.
Masada dejan bazıları çoktan sarhoş olmuştu. Birisi suratını sürekli yanlışlıkla masaya vurup duruyordu, diğeri ise ağlıyordu. Bir şeyler geveleyip ağlıyordu. Nereden bulmuştu bunları?
"Sen içmeyecek misin?"
Bir kişi daha vardı. Yeni mi gelmişti? Onu daha önce görmemiştim.
"Hayır, almayayım."
Yüzünde bir gülümseme vardı. Geniş bir gülümseme. Alaycıl, ciddiyetsiz, kendinden emin ve parlak. Turuncu saçları yüzünü daha da ortaya çıkarıyordu. Orantılı bir burun, güzel, parlak elmacık kemikleri ve bembeyaz inci gibi dişler.
Adam yakışıklıydı. Hayır, bayağı yakışıklıydı.
Bembeyaz bir takım elbisesi vardı sanki buraya ait değil gibiydi. 'Geçerken uğrayayaım.' Demiş de gelmiş gibiydi. Bacak bacak üstüne atmıştı. İnce ve uzun bacakları vardı. Tanrım, adamın ayakkabıları bile beyazdı.
Kutsal suyla mı yıkamıştı kıyafetlerini?
"Bir sorun mu var?"
Adamın gülerek sorduğu soru kulaklarıma uğramış, oradan içeri girip beynime tokat misali çarpmıştı. Başımdan aşağı kaynar sular dökülür gibi olduğunda, beni yanlış anladığı güldüğü yüzünden belli oluyordu.
"Hayır, kesinlikle."
Tatmin olmuşa benzemiyordu.
Anlamamasını umarak önüme gelen herhangi bir bardağı alarak kafama dikmiş, içeceğin yakıcılığını da boğazımdan genzime kadar hissetmiştim. Yüzümü buruşturarak hafifçe öksürmüş, ağzımdaki acı tadla bunu dahi neden yaptığımı anlamamıştım.
Sanki bir şey beni içmeye teşvik etmişti.
"Av! Yavaş olmalısın, içtiğin pek hafif sayılmaz."
O adam öyle bir gülüyordu ki, birazdan kalkıp burayı terk edecektim utançtan. Cidden... Jimin'i boğacaktım.
Başım dönüyordu. Sanırım tek bir bardakla sarhoş olacak kadar, ağır bir alkol almıştım. Hafif ağrı saplanıyordu, gözlerim yerlerinden çıkacak kadar sızlıyor, anlamsız üzüntü beni işgal ediyordu.
İçmek istiyordum.
Bir bira şişesini alarak yeniden kafama dikmiş, mide bulantısını umursamadan baş döndürücü bir yola girmiştim.
Ben bir bok yemiştim ve bunun acısını yarın sabah çekecektim.