Sesler her geçen an daha da yükseliyordu, ama neyse ki sesler bir süre sonra alçalmaya başladı. Daha sonra da neredeyse duyulmaz oldu, bir müddet daha sonra da ormana eskisi gibi yeniden mutlak yalnızlık ve sessizlik çöktü. Ahmet birdenbire rahatlayıverdi. Sesler onu çok korkutmuştu, o seslerde tekin olmayan bir şeyler vardı. Ama neyse ki sesler uzaklaşmıştı ya da o öyle sanıyordu...
Ahmet kendisini güvende hissedip, rahatlayana ve nefes alış verişleri düzelene kadar bekledi ve sonrasında rastgele olarak etrafta yürüyüp bir şeyler, bir medeniyet belirtisi aramaya başladı. Rastgele yürüyordu çünkü sanki yönleri anlayabilmesine sağlayabilecek olan bütün işaretler ortadan kaybolmuştu. Ahmet bunların birileri tarafından bilerek gizlendiğini sezdi. Birdenbire yerde ayağı sert bir şeye takıldı, takıldığı şey kuru yaprakların altında kaldığı için onu görememişti. Yaprakları o şeyin üzerinden atıp baktığında üzerine garip semboller ve yazılar olan çok parlak, sert ve gümüşi bir metal gördü. Gümüşe benziyordu ama aynı zamanda hem altın hem de platin gibiydi. Ama Ahmet bunların hiçbiri olmadığını, sanki başka bir Dünyadan gelmiş bir metal olduğunu düşündü. Üzerindeki semboller ve yazılar da bu tahminini doğruluyordu. Ahmet bunu gördükten sonra etrafta birilerinin yaşadığını, ya da önceden yaşadığını düşündü. Bundan sonra Ahmet etrafı daha dikkatli ve ince bir şekilde incelemeliydi. Çünkü buradaya her türlü yaratık yerleşmiş olabilirdi. Birdenbire büyük bir gürültükoptu...