Giriş

43 9 7
                                    

   Güney Doğu Anadolu'nun ücra köylerine doğru yola koyulmuş birkaç kamyonet peşi sıra şehir merkezinden geçti. Kamyonetlerin dorseleri gözleri yorgunluktan kapanan ama hâlâ bir tebessümle etrafı izlemeye çalışan kadın, erkek ve çocuklarla doluydu. Fındık mevsimi bitmiş, dolayısıyla mevsimlik işçiler de Karadeniz'i bırakıp geriye, evlerine dönüyorlardı.

Tarih Eylül ayının son günlerini gösteriyordu. Kamyonetler üç ayrı yola saptı; biri sola;zifiri karanlık yüzünden ucu bucağı görünmeyen yola, diğeri sağa; diğer iki yola nazaran ay ışığının aydınlatmaya yetebilecek kadar güce sahip olduğu yola, sonuncusu ise ortadaki engebeli yola döndürdü istikametini.

Sola sapan kamyonetin dorsesinde, on iki yaşlarında görünen bir çocuk usulca elini rüzgarla buluşturdu. Yolların toprak olmasından kaynaklı belli aralıklarla sarsılan kamyonet, küçük çocuğun da cılız kolunun kendisiyle birlikte sarsılmasına sebep oluyordu. Rüzgâr, Halil Cibran'ın da dediği gibi insanların saçlarıyla oynamak özleminde olacak ki küçüğün alnına dökülmüş saçlarını sağa sola savuruyordu.

Küçük, gözleriyle ayı takip ederken yanındaki arkadaşının da tıpkı onun gibi elini rüzgârla birlikte sağa sola savurduğunu gördü. Bir insan için normal ama onun için yabancı bir hissiyatın pençesine takıldı; içinde ne olduğuna anlam vermeye çalışan yanı tarafından bir türlü bastırılamayan bir hissiyat; tek olmak istiyordu, ilk ve son olmak. Bir tek onun kolu olmalıydı rüzgârda savrulan.

Sonra çocukça ama bir o kadar da insanca bir şekilde arkadaşının koluna vurdu. Arkadaşı acı duymuş olduğunu belli eden bir yüz ifadesiyle kendi kolunu tuttuktan sonra, karşılık vermek için üzerine atıldı fakat atılması ve küçük çocuğun babası tarafından tutulup arkaya çekilmesi bir oldu. Annesi de küçüğü tutarken, çocuklar hâlâ hırsla birbirlerine ulaşmaya çalışıyordu. Baba sinirle konuştu:

"Uğur! Bu sefer ne yaptın da delirttin Mazlum'u?"

Uğur annesinin kollarında debelenmeyi kesti. Kaşları çatık bir şekilde bekleyen babası, olduğu yerde mümkünatı varmış gibi daha da küçülmesine sebep oldu. Korku değildi bunun adı, utançtı.

"Ben bir şey yapmadım." Bozuk Türkçesiyle ve cılız sesiyle kurduğu cümle babasının çatık kaşlarının gevşemesine sebep oldu. Korkularının ardına sığınıp yalan söylemesi babasının ondan istediği en son şey bile değildi.

"Uğur," yutkunarak sesindeki sertliği geçirmeye çalıştı."canımın ta içi, söyle hadi."

Az öncekine nazaran daha yumuşak çıkan ses tonu, Uğur'un kafasını gömdüğü annesinin eteğinden çıkarmasını sağladı. Babasının gevşemiş kaşlarını görünce iyice rahatlayarak dudaklarını araladı.

"Taklit yaptı. İstemedim yapmasını, ben de eline vurdum ama yavaşçana vurdum."

Mazlum, Uğur konuşmasını bitirir bitirmez ağzını hayretle açtı.

"Yavaş vurmadı abe, vallaha preza davê*."

Mazlum'un itiraz dolu cümlesinden sonra Uğur'un babası derin bir soluk aldı. Bu iki çocuğun bitmek bilmeyen kavgaları, genç yaşında aklar düşürecekti simsiyah saçlarına.

"Uğur, hadi çocuğum Mazlumdan özür dile."

Küçük olan itirazla omuzlarını silkti, özür dilemek istemiyordu. Özür dileyecek bir şey ya da kimse varsa, o da içinde onu yiyip bitiren, onu günbegün bir insana dönüştüren bu garip hissiyatlardı. Mazlum'a karşı elinde olmadan bir öfke duyuyor, kulağına çalınan tuhaf hikayeler yüzünden küçücük yüreğinin daha yeni tanıştığı nefretin onu ele geçirmesini tepkisiz gözlerle izliyordu.

"Dilemeyeceğim özür."

"Oğlum!" Babasının ikaz dolu sesi bile onu ikna edememişti.

"Oğlum neden böyle yapıyorsun? Hatalı olan sensin, özür dilemek gerek."

Babası kollarının arasında sakince duran Mazlum'un sakinliğine yüreği burkularak bakıyordu. Ne annesi ne de babası sahip çıkmıştı bu küçük çocuğa. Kamyon köyden çıkarken bir aceleyle bindirmiş, para kazansın da bir işe yarasın diyerek bu genç adama teslim etmişlerdi.

Uğur itiraz dolu bir mırıltı çıkararak tekrar gömdü başını annesinin eteğine. Annesi de onu hızla sarmalayıp eşine ve kucağındaki çocuğa bakıp kaşını çatarak, dorseyi kapatmak için kullanılan demirin kamyonete her değdiğinde çıkardığı sesi dinlemeye koyuldu.

Genç kadın Mazlum'un özel durumunu sağda solda pek hayırsız işler için toplanan cemaatlerden duymuş, hayvanlarda birkaç kez rastladığı bu durumu, bir insanın üstünde görmenin getirdiği hayretle ve cahillikle oğlunu ondan uzak tutabilmek için zehirli laflarını hiç gocunmadan sarf etmişti. Küçük çocuğunun yüreğine daha nedenini ne olduğunu bile bilmediği ağırca bir duygu yüklemişti.

Uğur'un yüreğinde nefret körüklenedursun, Mazlum da bu dünyanın bütün günahını sırtlayarak tek başına gidebileceği yere kadar gitsin.

Ne zamanki Tanrı işin içine tamamen dahil olur, işte o zaman İstanbul'un herhangi bir semtinde herhangi bir sahilinde aralarından biri eskiye, bugüne döner.

*Diyarbakır Türkçesi ve Kürtçe karışımı bir cümle; Preza-yalan
Davê-atıyor

Kırlangıç, Sen ve Ben Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin