İyi Uykular, Baba

36 1 0
                                    

Beyaz duvarlı, küçük bir oda. Kapıdan girince hemen karşıda duvara yaslı bir koltuk ve yanında bir sandalye; sağ tarafta ise küçük bir masa - iki kişilik. Bu son derece sıradan odayı özel kılan tek şey, masanın üstünde kağıt yığınlarının arasında duran o eski mi eski daktiloydu.

Kapı açıldı. Masanın arkasındaki hafif aralık pencereden hafif bir rüzgar esti içeri girmekte olan Murat'ın yüzüne. Bahar esintilerinin o tatlı, yumuşak kokusunu içine çekti, ardından kapıyı kapattı ve masaya doğru yürüdü. Her adımında çıplak ayaklarından gelen ses, odaya dolan kuş seslerine eşlik ediyordu. Koltuğun yanındaki sandalyeye uzandı, masaya doğru çekti ve oturdu.

Haftalardır bir kitabın üstünde çalışıyordu fakat başlarda aklında pek çok fikir olsa da bunların çoğunun ya kullanılamayacak derecede anlamsız ya da insanların ilgisini çekmeyecek kadar kişisel konular olduğunu fark etmişti. Böyle düşünürken masanın köşesinde duran fotoğrafa takıldı gözü - babasının fotoğrafına. Gülümsedi, "Özledim seni." diye mırıldandı. Hemen ardından kapı açıldı arkasında. Murat, başını masasından kapıya çevirdi. Elinde gazetesiyle içeri giren adamı takip etti gözleri. Adam, kolçaklardan destek alarak oturdu koltuğa. "Günaydın, baba." dedi Murat. Babası, gözlerini yeni açtığı gazeteden ayırmadan "Sana da, evladım." diye yanıtladı oğlunun selamını. Dazlak, zayıf, kısa boylu, ihtiyar bir adamdı. Gözlerinde küçük halkalı bir gözlük, üstündeyse her daim giydiği o mavi beyaz kareli sabahlık. İki tane vardı dolabında o sabahlıktan - biri yıkanırken diğerini giyerdi hep. "Ne oldu, oğul?" diye sordu onu izleyen oğluna ve elini uzattı. Murat, "Bir şey yok, baba." dedi ve babasının uzattığı eli tuttu. Babası, sinirli bir şekilde baktı bir anda. "Elimi tut demiyorum, salak oğlum, kalem ver diyorum. Bulmaca çözeceğim.". Murat, başını iki yana salladı hafifçe ve gülerek kalemi uzattı. "Hah şöyle..." diye mırıldandı babası. "Kedi olalı bırak fareyi, kendi kuyruğunu bile yakalayamadın zaten, kalem vermeyi de mi ben öğreteceğim illa?" dedi ardından. Murat güldü, "Kuyruğunu kovalayanlar köpek değil miydi?" diye sordu yaşlı babasına. Babasıysa gözlerini gazetenin bulmaca köşesinden ayırmadan "Kıyamadım ki köpek demeye. Köpeğin ne suçu var da sana benzeteceğim?" dedi. Murat sordu, "Kedinin ne suçu var peki, baba?". "Kapıya işiyorlar."

Bir buçuk, iki saat geçmişti bu konuşmaların üstünden. Babası kendini iyice bulmacalara kaptırmıştı, Murat ise hala son derece şanssızdı yazmak konusunda. Bir şeyler yazmayı denemişti, sırf yazmak olsun diye. Uzun bir of çekti sıkıntıyla. "Ne var oğul, belediye otobüsü gibi oflayıp pufluyorsun yine?" dedi ve güldükten sonra biraz daha ciddi bir tonla sordu, "Yine mi yazamıyorsun?". Murat, evet manasında başını yukarı aşağı salladı. "Sadece yaz," dedi babası, "Yazacak bir şeyin olmasına gerek yok. Ne geçiyorsa aklından onu yaz. Belki bir şey bulursun, ne dersin? Denemekten zarar gelmez." diye de ekledi sakince. "Peki madem, deneyeyim." dedi Murat ve başladı yazmaya bir yandan da yazdıklarını sesli bir şekilde babasına okuyarak:

Bir kış günüydü, (Kışlar da soğuk olurdu bizim orada) kesici bir soğuk vardı (Tam da öyle işte. Parmakların koptu sanırdın soğuktan, o kadar soğuk.). Adam, elinde fırından aldığı sıcak, taze ekmekle (Olsa ne güzel yerdik şimdi sıccak sıcak, taaze taze...) dar sokakta yürüyordu. Ekmeği kollarıyla sardı, vücuduna yaklaştırdı biraz ısınmak için (Isınılır mı be ekmeğe sarılarak?). Pek ısıtmıyordu belki (Peh... Kime diyorum?) ama hiç yoktan iyiydi. Hayatını düşünüyordu yürürken (Seninki gibiymişse yazık. Hah!), asfalta sürünen ayaklarının sesi zihninde yankılanıyordu. Ay sonuydu (Vah yazık...) ve çok para kalmamıştı cebinde...

Murat sonunda başını kaldırdığında hemen önündeki pencereden içeri güneşin sıcak ışığı girmiyordu artık. Altında uzanan şehrin ışıkları ve uzaktaki denizin üstünden yansıyan ay vardı sadece. Karnının aç olduğunu fark etti - kahvaltı bile yapmamıştı o gün. Mutfağa gidip kendine bir meyve tabağı hazırlamak için ayağa kalktı. "Salaksın diyorum ama... Aferin oğul, güzel yazdın." dedi babası ve ekledi, "Yine de çok şımarma, alırım ayağımın altına.". Murat gülümsedi ve babasının masadaki fotoğrafına bir kez daha baktı. Sağ alt köşedeki küçük, beyaz yazıya çarptı gözü: 26 Mayıs 2001. "Gerçekten 11 yıl oldu mu görmeyeli seni?" diye mırıldandı. Arkasına döndü, boş koltuğa baktı. Bir kez bile oturmamıştı o koltuğa o günden beri. Bir an boğazı düğümlendi, sonra gülümsedi ve mırıldandı: "Her şey için teşekkür ederim. İyi uykular, baba.". Sessizce odadan çıktı ve koridordan sağa, mutfağa doğru döndü. Çıplak ayaklarının sesleri koridorda uzaklaşırken pencereden bir rüzgar esti ve masanın üstünde Murat'ın titizce yerleştirdiği kağıtları uçurdu. En üstteki kağıt, havada süzüldü ve koltuğun önüne düştü yavaşça: "Babama."

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 19, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

İyi Uykular, BabaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin