"Sen benim altıncı işimsin. onca ağır yükün altında sana ayırabileceğim ancak yorgunluğumdur. 32 yıl kalbimi ve gövdemi silerek kurduğum dünyanın önüne almamı bekleme seni. ne kadar derinden gelirse gelsin, ne kadar yakıcı olursa olsun, görünmez bir boşluğu o da bir sürelik dolduracak bir ses için onca yılı hiçleyemem. Bu dünyayı kolaylaştıracaksın diye kapılarımı açtım. Bir yol boyu pınarsın sen. Kan ter içinde geliyorum bir yudum serinlik için, içindeki çirkef ve simsiyah ediyorsun. Attığım hiçbir adım için kimseye hesap vermedim ben. Kimse için zaman saymadım. Aşk değil işgal bu. Gittikçe herkese benziyorsun. İçindeki cehennem ilgilendirmiyor beni. Bana gülün gerekli, dibindeki gübre değil. Anlıyor musun?"
tırpanla biçilmiş ekinler gibi ardarda düşüyordu adam. Adam düşmüyordu da gökyüzü toprağa gömülüyordu kadının ağzından çıkan her sözcükle. Topuklarında kocaman delikler açılmış gibi tüm kanı boşalıyordu bedeninden. bekleyişin iplerine dizdiği iç çekişin boncuklarıyla boğuldu usul usul sesi. duvarları içine göçmüş bir evdi, dört yanından kar yağan. Güneş bile buz gibi sızıyordu temeline. Ne bir gülüş, ne bir anı, ne bir düş... Hiçbir şey adamın düşüşünü durduramıyordu. Tutunacağı her şeyi alıp alıp savuruyordu kadının sesi. Derisi içinden yüzülüyürüyordu.Bütün iyi günler, güzel sözler elele vermiştir en büyük suçluymuş gibi adamın yüreğini yiyorlardı. Kadının sesinden bir mezara gömülüyordu adam. Son bir çırpınışla inledi...
"sesini gökyüzünün yerine koydum koyalı böyle oldum. gamzelerinin halkası ile geriletebiliyorum üstüme yürüyen pisliği.42 köprüden geçtim bugüne dek, ne altında bir incesu, ne üstünde gökkuşağı. Soluğum yalnızlık, gövdem küf kokuyordu. sonra esirgediklerini bir özür, bir bağış gibi dünya seni kattı ömrüme. Yalnız gözleri değil, hücreleri görmeye başlayan bir körün sevinciydi yaşadığım. Teninin kokusuyla yudum gövdemin pasını. Bütün yaprakları birer serçe kesilmiş bir ağaçtım, üstüne titreyen. Gelince sen geliyordun, Ama gidince dünya kopuyordu yüreğimden. Çarşılardan bir serinlik gibi geçiyordum sana gelir ki. Kalabalık bile güzelleşiyordu. Eşinden değilde güzden yaza geçiyordum her seferinde. Ağzın bulutların ülkesiydi. Gövdene bakıp bakıp "iyilik bu" diyordum. Yitiklerimin de kazançlarımın da adı oldun bir gülüşlük vakitte. uzaklara bakmaya seninle başladım. Benim için işgal, senin dışındaki her şeydi. Senden geçiyorsa her şey aşktı. Dünya sensiz geliyordu üstüme. Hırçınlığım buydu; biraz korku, biraz keder, çokça ayrılık..."
Her şeyin sapsarı bir incinme kesildiği bir gücenik vakitti. Çarşıların biz örnek giydirdiği insanlar, yine çarşıların yüzlerine çekti eğreti bir incelikle, yalnızca kendilerine bakarak yürüyorlardı. Herkesin dünyası kapı aralığı kadar genişti ve kimsenin sesinde mavilik yoktu. kadın acıyla kaldırdı başını. Acıyla eğildi adamın üstüne.İki bulanık göldü gözleri kirpiklerinden taşan. "Her şeyi biliyorum" dedi. "Bunaldım. İnsan gövdesiyle çarpmıyor kötülüye. Yüreğinden alıyor yarayı. Bencillik, yalan, hırs, kabalık... İnandıklarını koruyabilmek için çırpına çırpına tükeniyor akıl. İnceliği nasıl bir yanılsama olduğunu görmek için başını kaldırmak yeterli. İçindeki iyilikle yenik düşüyorsun.Kırk buluntu halkasından geçtim, her birinde seni biraz daha isteyerek. geldim ve bungun yüzün kırk birinci acım oldu.Tuhaf değil mi insanın gücü sevdiğini yetiyor. Benim biricik ayrıcalığımsın oysa. Sana işgal dersem dünyayı nasıl tanımlarım ben. Damla kendini tamamladı ne gelip sana damladı. Hepsi bu..."
Ayağa kalktıklarında iki gözyaşıydı kucaklaşan.