1

1.2K 232 365
                                    

Bu kitap için biraz yorum istiyorum. En beğendiğim kurgum bu olabilir ama genelde bu tarz kurgulara devam edemiyorum. Sanırım birazcık sizin desteğinize ihtiyacım var 💞

"Konuşmayı bırak ve oyuna gir Jeongin. Adam eksiği var diyorum. Yemek mi yiyorsun, her ne zıkkımlanıyorsan bitir ve Yellow Wood'a gel."

Minho telefonu suratıma kapattığında göz devirmiş ve telefonu masanın üstüne koymuştum. Yemeğimin son lokmalarını ağzıma atmıştım. Oyuna girmeyi ondan daha çok istiyordum ama beklemem gerekiyordu. Yasağımın açılmasına sekiz dakika vardı.

Boş tabağı bulaşık makinesine yerleştirmiş ve elimi ağzımı yıkamıştım. Telefonumu cebime atmış ve evimin bodrumuna inen merdivenlere ilerlemiştim. Hayatımda verdiğim en iyi karar ve paramı harcadığım en iyi şey bodrumdaki boş odaya sanal oyun odamı yaptırmaktı.

Odaya girdim ve telefonumu kenara bıraktım. Go Live ekipmanları kesinlikle odada diğer oyunlardan fazla yer kaplıyordu. En baş köşede duran vücut ekipmanlarıma baktım, resmen giy beni diyerek bana göz kırpıyorlardı. İlk önce bacak, sonra gövde, en son da kol ve kafa ekipmanlarını giymiştim. Oyuna girmeden önce yasağın kalkmış olması için dua ediyordum. Girdiğimde ekranda çıkan o sinir bozucu hata yazısını görmek istemiyordum. Son seferde yenilmemeliydim...

Go Live diğer oyunlardan biraz farklıydı. Yenilirseniz oyundan atılırdınız ve tam yirmi dört saat giriş yapma yasağı yerdiniz. Takım arkadaşınız olan sanal bedenler ise oyunun hapishanesine gönderilirdi, yirmi dört saatlik hiç de hoş olmayan deneyimler yaşardı.

Bu oyunun gerçekçiliği bazen hiç güzel olmayabiliyordu. Bir kere sanal bedenler olarak adlandırılan takım arkadaşlarınızı siz yaratmış ve onların gerçek olmadıklarını bilseniz bile onlar o kadsr gerçekçiydi ki... Düşünebiliyor ve duyguları vardı, canları yanıyordu. Kodlardan bile oluşsalar onların acı çektiğini görmek hiç hoş değildi. İkincisi ise bir hafta önceki oyunda burnuma yediğim yumrukla oyundaki bedenimin burnu kırılmıştı, gerçekte bir sorun olmasa da tam bir haftadır burnum sızlıyordu. Umarım bugün o tarz bir darbe almazdım.

Gözlüğümü takıp başlatma tuşuna basmıştım. Basmamla birlikte gözümün önü kararmıştı ve ayaklarım yerden kesilmiş hissine kapılmıştım. Sanki boşlukta duruyordum. Bu ekipmanlar sanal gerçeklik gözlüklerinden çok daha fazlasıydı. Gerçek vücudumuz hareket etmez, bir nevi devre dışı kalırdı. Oyundaki bedenimiz ise zihnimizin gücü ile hareket ederdi. Nasıl zihin gücüyle hareket ettiğimi açıklayamıyordum ama kimse nasıl gerçek vücudunu hareket ettirdiğini de açıklayamıyordu. Sadece yapıyorduk.

Birden bire etraf aydınlanmaya başlamıştı. İçinde durduğum boşluk ilk baş pikseller ile dolmuş, ardından giriş kapısına dönüşmüştü. Oyuna girilen kapı tam karşımda duruyordu, hiçbir engel çıkmadığı için sevinmiştim. Demek ki yasağım açılmıştı. Kapıya doğru yürüdüm. Etraf karanlıktı, gökyüzünde her zamanki kayan yıldızlar vardı. Pembe otların arasında parlayan ve etrafa yıldızlardan sonra ışık saçan ikinci şey olan giriş kapısına baktım. Kapıya doğru adımlarken kalın sesli bir adamın robotik sesi yankılanmıştı zihnimin içinde.

"Lee Min Ho tarafından Yellow Wood'daki savaşa davet edildiniz. Katılmak istiyor musunuz?"

Daveti kabul etmiş ve kapıyı açmıştım. Dışarı yayılan ışık huzmesinin içine girmiştim, birkaç saniye sonra bu oyunun ana mekanı olan Yellow Wood'a varmıştım.

Üstüme baktım. Az önce üstümde olmayan savaş ekipmanları ve silahları kuşanmıştım. Belimdeki bıçaklarla göz gezdirdim ve elimdeki silahı sıkıca kavradım. Takım arkadaşım hapisten çıkmış olmalıydı... ya da buradaki adıyla Miroh'tan. Nerede olduğunu merak ediyordum.

Silah seslerini duyabiliyordum. Şu an tam olarak cephe ortasında duruyordum ve oldukça savunmasızdım. Bizim takımdan kimseyi görmüyordum, tüysem iyi olurdu.

Tam tüymek için harekete geçecekken bana silahını doğrultan rakip ekibin adamıyla göz göze gelmiştim. Kaçamadan çığlığı basacakkken vücudum büyük bir kuvvetle çekilmişti. Silahın ateşlenme sesini duymuştum ama hareket ettiğimden mermi bana gelmemişti. Bedenim o kadar hızlı sürüklenmişti ki ne ben ne de beni hareket ettiren kişi dengede kalamamıştık. Siperin arkasına düştüğümüzde beni çeken kişi ile göz göze gelmiştim. Hyunjin de benim üstüme yığılmıştı, tepeden bana bakıyordu.

"Selam güzelim. Yeniden hoş geldin."

Bana gülümsemiş ve kafamın iki yanında duran ellerinden birini kaldırarak uzun saçlarını gözünün önünden çekmişti. Ama sen böyle yaparsan ben aşık olurum Hyunjin. Seni ideal tipim olarak yaratmak çok büyük bir hataydı.

"Selam..."

Beni yatar pozisyondan oturur hale getirmiş ve siperin bitişiğine çekmişti. Silahı elime tutuşturmuştu, kendisinin de elinde büyük silahı duruyordu.

"Minho manyağı şu an birilerini taramakla meşgul. O eğleniyor. Sen kendini koru yeter. Karşı ekiptekilerin sıralaması bizim kadar yüksek. Sana zarar gelmesini sevmiyorum."

"Kendimi koruyabilirim."

Silahı düzgünce kavramış ve şov olsun diye ona doğru tutmuştum. Bana gülmüş ve silahın namlusunu tutup aşağı indirmişti.

"Kendini korumana ihtiyacın olmayacak. Seni ben koruyacağım. Geçen seferki gibi olmayacak, üzgünüm."

Elini ilk baş yanağıma koymuş daha sonra ise parmaklarını burnuma sürtmüştü. Burnumun kırılmasından bahsediyor olmalıydı.

"Senin suçun değildi. Her zaman kazanamayız. Ayrıca beni değil kendini koru. Gözlerimin önünde karnından bıçaklandın ve hem vücudun deşildi hem de kan kustun."

"Ben gerçek değilim biliyorsun, canımın yanması önemli değil."

Hyunjin siperin üstünden atlayıp diğer sipere koşarken arkasından bakmıştım bir süre. Doğru söylese bile bu yanlış geliyordu. Doğru olsa da onun canının yanmasına engel olmak istiyordum.

şöyle bir başlangıç yapalım...
daha asıl olaylar başlamadı ve kitabın asıl konusu tam olarak bu şekilde değil
biraz size oyunu anlatmak istedim
ileriki bölümlerde size elimden geldiğince kafamdaki oyun görselini anlatmaya çalışacağım

umarım beğenmişsinizdir, yorumlarınızı ve eleştirilerinizi bekliyorum ❤️

go live (hyunin)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin