Bir siperden diğerine geçerek ateş çemberinin içinden çıkmıştık. Hyunjin beni takım arkadaşlarımızın yanına götürüyordu. Minho ve Jisung'un yanına gitmediğimizi biliyordum, Hyunjin onlardan pek hoşlanmıyordu. Minho içinde kan, savaş, şiddet olan her şeye bayılıyordu, Jisung ise Minho'ya. Onların fazla yakınında olmak kendini direkt ateşe atmak demekti. Demek ki Changbin ve Felix'in yanına gidiyorduk.
"Burası sakin gibi görünüyor. Buralarda bir yerde olmalılar. Telsizi kaybettiğim için onlara ulaşamıyorum. Ama yakındalar, hissedebiliyorum."
Hyunjin gibi sanal bedenlerin takım arkadaşları olan sanal bedenleri hissedebilmek gibi bir yeteneklerinin olduğunu duymuştum. Birbirlerine ne kadar uzak da olsalar bir şekilde birbirlerini bulurlardı. Hyunjin, Felix ve Jisung bizim bu oyundaki rehberlerimizdi.
"Burası tam onlara uygun... Savaş yok, sessiz... Yanlız kalabilecekleri bir yer."
Hyunjin'in söyledikleriyle gülümsemiştim. Changbin ve Felix'in birbirlerinden deli gibi hoşlandıklarını görmemek için kör olmak gerekirdi. Changbin'in bu oyuna girmesinin tek sebebi Felix'ti. Hayallerinin adamı buradayken başka nerede olmak isteyebilirdi ki zaten? Felix'in ardı arkası kesilmeyen reddedişlerine rağmen onun da Changbin'den hoşlandığını biliyorduk.
"Öyle. Onları bazen kıskanıyorum."
Hyunjin'in güldüğünü duymuştum. Tam ağzını açmış bir şey söyleyecekken yüz ifadesinin değiştiğini görmüştüm. Bana doğru ilerlerken silahını daha yeni koyduğu kılıfından çıkarmaya çalıştığını görmüştüm.
"Jeongin! Dikkat et!"
Oyunda uzun süredir olmanın getirdiği refleksle birlikte arkamı dönmüş ve neredeyse boğazımı kesmek üzere olan bıçaktan uzağa hamle yapmıştım. Elimi silahıma atmıştım ama lanet silah kılıfına takıldığı için gelmiyordu. Yanlara sekerek rakibimiz olan şerefsiz adamın bıçaklarından kaçarken silahı çekiştiriyordum.
Hyunjin'in bağırışını duymamla birlikte bir gürültü duymuştum. Kafamı çevirdiğimde bir kadının Hyunjin'in üzerine atladığını görmüştüm. Hyunjin kadının elindeki bıçağı tutuyordu, tüm gücüyle bıçağı kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu.
"Hyunjin!"
Tam ona ilerleyecektim ki bacağımın arkasına bir tekme yemiştim. Dizlerimin üstünde yere düşmüştüm.
"İlk kendi sorunlarınla ilgilen aptal!"
Bıçağı yeniden bana savurduğunda yana yuvarlanmış ve üstüme eğilen herifin karnına tekme atmıştım. Dengesini kaybetmesiyle yerden kalkmış ve bıçağımı çıkarmıştım. Bıçak kullanmaktan nefret ederdim, pek iyi de değildim. Yine de başka şansım yok gibi duruyordu.
Adamın boşluğundan yararlanıp bir tekme daha atmıştım. Bıçağımı savurduğumda adamın kolu kesilmişti. Risk alıp adamın daha da yakınına gelip bıçağımı karnına saplamayı denemiştim.
Bıçağı sapladığımda öldürücü bir darbe almasına rağmen toz olup yok olmamıştı. Demek ki o gerçek bir oyuncu değildi. O bir sanal karakterdi. Adamın kanlar içinde yere düştüğünü gördüğümde kafamı çevirmiştim. Sanal karakterler bizim aksimize acının her zerresini hissediyor ve sonuna kadar eziyet çekiyorlardı. Onların yaralanmasını sevmiyordum.
Hyunjin'i gördüğümde yüzünde bir kesik oluştuğunu görmüştüm. Hala kadınla yerde yuvarlanıyorlardı. Ona saldırmak istiyordum fakat çok fazla hareket ediyorlardı. Hyunjin'e zarar vermekten korkuyordum.
"Hyunjin! Onu uzaklaştırman gerek!"
"Deniyorum!"
Kadının bıçağı yavaşça aşağı iniyordu. Acilen bir şey yapmalıydım. Bıçağın ucunun Hyunjin'in omzuna girdiğini gördüğümde ne olacağını umursamadan ona koşmaya başlamıştım. Hyunjin'in çığlığı ile eş zamanlı olarak bir silah sesi gelmişti. Hyunjin'in üstündeki kadın hareketsiz kaldığında anlında açılan deliği görmüştüm. Kadının düşmesiyle toza dönüşüp yok olması bir olmuştu.
"Kıçınızı kurtarmaya geldik. Sonra teşekkür edersiniz."
Changbin'in sesiyle rahatlamış ve hızlıca Hyunjin'e ulaşıp yanına çökmüştüm. Neyse ki sadece bıçağın ucu girmişti ve kötü bir yara almamıştı. Hemen bel çantamdan bir sargı çıkarıp omzunu sarmaya başlamıştım.
"Merak etme, ben iyiyim. Sadece bir kesik."
Felix ve Changbin de yanımıza çökmüştü. Changbin bizi korumak için etrafı gözetlerken Felix benim beceriksizce sardığım sargıyı açmış ve her zaman çantasında bulundurduğu ilk yardım malzemelerini çıkarmıştı. Kanları temizledikten sonra sargıyı düzgünce yeniden sarmıştı. Bir gün ben de ondan ilk yardım yapmayı öğrenmeliydim.
"Artık gidebilir miyiz? İçimden bir ses burası birazdan güvenli kalmayacak diyor."
Yerden kalkmış ve ilerlemeye devam etmiştik. Felix ve Changbin de iki kişiyi öldürdüklerini söylemişti, demek ki sadece Minho ve Jisung'un rakipleri kalmıştı. İkisi oyuna girdiğimdeki başlangıç yerinde, ateş çemberinin içinde olmalıydılar. Lee Minho başka yerde yeterince zevk alamazdı zaten.
Felix telsiziyle onları aramıştı. Elektrikli tellerin orada olduklarını öğrendiğimizde hepimiz derin bir nefes almıştık. Orası en açıklık yerdi ve bir tane bile siper yoktu. Açık savaş için idealdi.
"Minho'ya uyup takım arkadaşı olmamalıydık."
"Ondan nefret ediyorum."
"Tam bir manyak."
"Hadi ama, o kadar da kötü birisi değil. Gerçekte tanısanız çok seversiniz."
Diğerlerinin laflarına karşılık benim söylediğim cümle ile herkes kötü kötü bana bakmaya başlamıştı. Onlara panikle gülümseyip hızlıca önden yürümeye başlamıştım. Minho başımı her yerde belaya sokuyordu. Hem okulda hem mahallede hem de oyunda...
bu bölümü yazarken telefon o kadar çok dondu ki sinir küpüyım şu an
biraz kısa bir bölüm, umarım beğenirsiniz
önceki bölümde Zone dediğim savaş alanının ismini değiştirip Yellow Wood yaptım umarım kafanız karışmaz

ŞİMDİ OKUDUĞUN
go live (hyunin)
FanfictionGo Live, dünyanın en ünlü savaş oyunu. Oyunun içine girebilmek varken bilgisayar oyunlarını kim ne yapsın? Takımını kur ve mücadeleye başla! Go Live kendi takım arkadaşlarını kendin yaratabileceğin oldukça gerçekçi bir oyundu. Yarattığın karakterin...