bölüm şarkısı,
beyaz hayvanlar - özünde narin.ozan’dan.
yaklaşık bir saattir, vera ve esen’le bardaydık. çok eğlendiğimiz söylenemezdi, özellikle de esen’in. iki dakikalığına tuvalete gidip geldiğimde, vera’nın tüm içkileri kafasına diktiğini, esen’in de sinirle taburede oturduğunu gördüm. o an yapabileceğim en mantıklı şeyi yapıp baristadan birkaç shot daha istedim. esen çoktan, “benim nedense keyfim kaçtı” deyip çıkışa yönelmişti. vera hala arka, arkaya içmeye devam ediyordu.
“yavaş ol şampiyon”
“midem bulanıyor.”
“tabi bulanır. kalkalım bari.”
vera ayağa kalktığında resmen yürüyemiyordu. kolunun altına girdim. benden destek alarak yürümesi kolay olurdu. dışarı çıktığımızda gözüm esen’i aradı. ben etrafa bakarken, o elindeki sigarayı çöpe atıp bize ilerledi.
“ne oldu?”
“biraz fazla kaçırdı.”
“bu gece bize kaldı anlaşılan,” dediğinde kafa salladım.
“o zaman ben taksi çağırayım.”
"olur."taksiyi beklerken telefonum çaldı. arayanın doğaç olduğunu görünce açtım.
“ozan.” sesi titriyordu.
“efendim?”
“ben yine dağılmak istemiyorum.”
“ne?”
“yeni çıktığım bataklığa tekrar girmek, hayatımı zehir etmek istemiyorum.” kafam o an dank etti. uyuşturucudan bahsettiğini anladım. doğaç’ın, o zehirden farkı olmayan hapları tekrar kullanmasını istemiyordum. esen’le gözgöze geldik.
"tamam, yarım saate oradayım." telefonu kapatıp cebime koydum.
esen göz kırptı, "kimdi o?"
“doğaç. durumunu biliyorsun. iyi değilmiş. yanına gitmem gerek.”
doğaç’ın durumunu biliyordu. birkaç ay onlarda kalmıştım yardım için.
"o zaman vera'yı bize götürüyorum?"
"mecbur kardeşim."
taksi birkaç dakika sonra geldi.
esen’le, vera’yı taksiye bindirirken kendime yeni bir taksi çağırdım. "eve varınca kıza bir kahve yap. azıcık ayılsın.” diyerek tembihlemeyi de unutmadım.soğukta biraz bekledikten sonra taksi geldi. doğaç’ın evinin adresini tarif ettim. umarım ben gidene kadar kendine zarar vermez, o hapları kullanmazdı. normalde ev arkadaşları vardı. onlar evde olmadıkları için gitmek zorundaydım.
eve geldiğimizde hızla taksiden indim. apartmanın kapısından girerken içimde korku vardı. zili ard arda birkaç kere çaldım. sonunda doğaç kapıyı açtığında rahat bir nefes verdim. resmen omuzlarımdan yük kalkmıştı. içeri girdiğimde doğaç’ın betinin benzinin attığını gördüm. teni kağıt gibi bembeyazdı. gözleri kanlanmıştı. sırtını sıvazladım.
“sen odana git. ben bir şeyler ısıtıp gelirim.”
itiraz edecek hali olmadığından odasına geçti. halini gördüğümde hap kullanmadığını anladım. çok direnmişti. muhtemelen birkaç gündür de uyumamıştı. hapı alınca enerjiden geçilmez bir doğaç oluyordu. mutfağa girip çekmeceleri karıştırdım. hazır çorba bulunca onu pişirmek için tencere aradım. o sırada neden doğaç’ın bana önceden haber vermediğini düşünüyordum. o daha kötü olmadan yanına gelirdim. daha iyi olurdu. çünkü yemek yapabilecek durumda bile değildi. çorbanın hazır olması on dakikayı buldu. çorba kasesini tepsiye koyup doğaç’ın odasına doğru adımladım. yorganı üzerine çekmiş oturuyordu.
“daha iyi misin?”
“bilmem. iyi miyim?”
tepsiyi yatağına bıraktım. elimi omzuna koydum. “babanla mı ilgili?” kafasını salladı ve konuşmaya başladı. “ilk söylediğimde.. cinsiyetimi ilk açıkladığımda, sadece red edileceğimi sandım. bizimkilerin zaten beni kabul etmeyeceğini biliyordum. ama bu kadar ileriye gideceklerini düşünmemiştim. bunu ben seçmedim, ozan. yemin ederim bunu ben seçmedim. kim böyle bir hayat seçer? kim babasının kendisini öldürmeye çalıştığı bir hayatı seçer? kim sokakta devamlı kötü bakışlara, kınamalara maruz kalmak ister? kim yok edilmek ister toplum tarafından?” ağlarken ona sarılmaktan başka yapabileceğim bir şey olmadığını biliyordum. o yüzden doğaç’ın bedenine sarılan kollarım gecikmedi.“biliyorum, ben de biliyorum. o bakışları, o insanları, o zihniyeti. ama biz bu insanların içinde yaşıyoruz. doğaç, biz böyleyiz. eksiğiz belki onlara göre. ama hep beraber olduğumuzda biz ekibiz. tastamamız biz. en önemlisi biz aileyiz. asla seni görmezden gelmem.”
yüzündeki birkaç damlagözyaşını sildi, “biliyorum.” konuşurken aklıma annem ve babam gelmişti. bir kez daha suçluluk duymuştum. bir kez daha ve bir kez daha. babam belki o silahı anneme doğrultmuştu ama o kurşun benim kalbime saplanmıştı. ve çıkmıyordu. vicdan azabı kötüydü çünkü geçmiyordu. kaybettiğin insanlardan özür dileyemiyordun. sana kalan tek şey ağırlıyla ezileceğin pişmanlıktı. anneme biseksüel olduğumu söylediğimde annem yanımdaydı ama babamın beynine kan sıçramıştı. elindeki silahı kararsızlıkla bir anneme bir bana doğru tutuyordu. annemin çığlığı tüm mahalleyi inletti. annemin çığlığını bastıran tetik sesiydi. babam yere çöktü. elleri dizlerinde, delirmiş gibi bağırmıştı. ağlıyordu. kafasına silahı dayadı. bu sefer tereddüt etmedi çünkü annemi vurduğu gerçeğiyle yaşayamazdı. ikinci tetik sesi. babam ve annemin cesedi. salonumuzda. salonumda.
kapıya yaslandım. polisler gelene kadar ağladım. komşular geldi. tüm mahalle uyandı. gören tüm insanlar uyandı. ama annemle babam uyanmadı. babam, anneme aşıktı. annem, babama aşıktı. ikisi de öldü. benim yüzümden öldü. polisler beni salondan çıkarttı. kapı girişinde oya teyze ve esen’i gördüm. esen yanıma gelip sarıldı bana. gözümdeki yaşları sildim. kimsenin duymasını istemezmiş gibi kulağıma fısıldadı, “üzülme, artık ailen biziz. biz bakarız sana. hiç üzmeyiz seni.” daha onbir yaşındaydık. onbir yaşındaydık. annemin otuz sekiz senelik hayatının elinden alınmasına sebep olduğumda onbir yaşındaydım.
doğaç konuştu, “iyi misin?”
“iyiyim ben. asıl sen nasıl oldun. ilk geldiğimde çok kötüydün.”
“daha iyi ya. oğlum, ver bari çorba yaptıysan.”
gülerek tepsiyi doğaç’ın kucağına bıraktım.
“hazır gelmişken birkaç gün kalırsın.”
“kalırım, kalırım. ben bir esen’i arayayım. eve varabilmiş mi?”odadan çıkıp mutfağa geçerken esen’i aradım. eve geldiklerini ve vera’nın daha iyi olduğunu söyledi. birkaç dakikadan sonra telefonu kapadım. çarşaf ve yorgan gibi eşyaların doğaç’ın ev arkadaşlarından birinin odasında olduğunu bildiğimden onun dolabından aldım. birkaç kere daha onlarda kalmıştım. o yüzden çoğu şeyin yerini biliyordum. doğaç’ın iki tane ev arkadaşı vardı. berk ve rüzgar. ikisini de görmemiştim. burada kaldığımda genelde evde olmuyorlardı. aldığım çarşafı, yorganı salondaki kanepeye serdim. kimsenin odasında uyumak istemiyordum. insanları rahatsız etmeye gerek yoktu değil mi? doğaç’ın odasına girip onu yokladım.
“ben salona serdim yatağı.”
“yatsaydın rüzgar’ın odasında.”
“yok ya.” tepsiyi alıp odadan çıkarken,
“iyi geceler.”
“sana da.” odanın ışığını kapattım. mutfağa tepsiyi bıraktıktan sonra, resmen kendimi salona attım. bugün çok yorucu gelmişti. gözlerimi kapatır kapatmaz uyuyabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sonunda hep canın yanar, isyan et isyan edebildiğin kadar.
Teen Fictionbir arkadaş grubunun gençlik yıllarının hikâyesi