Gerçekler…
Bazen insanların yüz karası ,
Bazen ise hayatın yeniden şekillenmesidir.
*****
Gün yavaş yavaş bitiyor , altın ışığın yerini süt beyaz bir top alıyordu . Dersi daha yeni bitmişti delikanlının . Herkes tek tek ayrılıyordu yanından . Evine az kalmıştı . Genç , koca şehirden saklanan ıssız sokaklarda o kadar yalnızdı ki ona sadece serseri kaldırımlar ve sarhoş dilenciler eşlik ediyordu .
Delikanlının kavağı andıran boyu ile başı beladaydı . Kaldırımda yürürken , yan bahçeden sarkan nar ağaçlarının inatçı dalları genci rahatsız ediyordu . Biraz yürüdükten sonra kendi kabuğuna gelmişti . Cebinden anahtarları çıkardı ve bir anne şefkati ile kapıyı yavaşça açtı . Eve adımını atar atmaz içine bir sıkıntı düşüverdi . Kaplumbağa adımlarla birkaç adım daha attı ama her zaman olan su şırıltısı kadar tatlı nisan yağmurları kadar ılık sesi gelmiyordu annesinin . Bir sorun vardı , evet kesin bir sorun vardı . Gecenin karanlığını almış olan montunu ve ayakkabısını çıkardı . Sonra deniz mavisi terliklerini giyip salona doğru yürüdü . İçeride romantizmin dibine vurduracak loş bir ışık vardı . Masada babasının karşısında saçı kuş yuvasına benzeyen bir kadın oturuyordu . Bu delikanlının annesi değildi . Ayrıca masada ağabeyi de yoktu . Çantası omuzlarından yere düştü . Koşar adımlarla babasının yanına gitti . Masada oturan gerçekten de annesi değildi . Gencin başından aşağı kaynar sular dökülmüştü sanki . Babası dediklerini yapmıştı . Annesini gönderip yerine başka bir kadın getirmişti . Annesi gittiğine göre kesin abisi de onunla gitmişti . Nasıl gencin annesiyse onun da annesiydi . Annesini yalnız bırakmamak için gitmesi gerekliydi . Bir şeye ihtiyacı olduğu zaman başkalarından yardım isteyene kadar kendi canından yani oğlundan yardım isteyebilirdi . Ama annesi onu niye götürmemişti ? Ağabeyini götürüp onu niye bırakmıştı geride? Delikanlı gökyüzünü anımsatan gözleri dolu dolu dönüp babasına içler acısı bir bakışla baktı .
“Niye yaptın be baba , niye gönderdin annemi ? Ne hakla gönderirsin ne hakla ?”
“Birde size mi hesap vereceğim lan ! Unutma ben senin babanım benim yaptıklarıma hiçbir şekilde karışamazsın ! Sen beni beslemiyorsun ben seni besliyorum . Gideceksen kapı orada, çek git ! Ben bu kadını istiyorum ve artık bu kadın senin annen . O kadının ismi bir daha bu evde anılmayacak .”
Sinirden küplere binmişti adeta bir süre oğluna baktı ve ağlamasına daha da sinirlenip çok hızlı bir tokat attı . Delikanlı karşılık veremezdi . Nasıl versin ki zaten ? Babası o . Annesi kadar onunda emeği , hakkı var . Bu tokattan sonra delikanlının gözlerinden bir gözyaşı seli aktı .
“Çabuk odana git ve çıkıp bir daha benim huzurumu bozma !”
Huzur … Kaldı mı , kalır mı ? İçi sevgi ile dolu ama artık annesiz olan kocaman yürek , tek kalmış ve kendini artık ebedi yalnızlığa sürüklemeye adamış tertemiz bir yürek … Yapamazdı o annesi olmadan çünkü o alışmıştı anne kokusuna . Kim dayanabilirdi ki annesiz kalmaya ? Döneceğini bilsen bile özlüyor insan çünkü annedir o . Bir bebek doğduğunda herkesten önce annesinin kokusunu alırmış içine . Sonra hemşireler kucağına alınca ağlamaya başlarlarmış . Ta ki anne kucağına varıncaya kadar çünkü insanoğlu hiçbir zaman ilklerini unutamaz . Bebekler dahi , anne kokusu ilkleri olduğu için onu benimserler . Anne kokusu . Dünyada eşi benzeri olmayan o güzel koku . Hiç kimsenin hiçbir şeyin yerini tutamayacağı koku . Tek bir insana ait , tekçe bir kişinin temsili … Babası artık “Annen bu kadın .” demişti ama bir insanın tek bir annesi olabilir . Tek bir kişiye anne diyip onun adını hafızasına kazıyabilir . İnsanın gerçek annesi olmadıktan sonra tüm insanlık anne olmak için sıraya girse ne yazar ?
Delikanlı babasının bu sözlerinden sonra bir saniye bile beklemeden odasına hızlı bir şekilde geçti. Çok koymuştu ona annesinin elinden gitmesi ve ailem dediği kavramın yok olması . Odasına girdikten sonra üzerini değiştirmeden küçük , koyu kahverengi battaniyesini alıp pencerenin önündeki tekli koltuğa oturdu . Biraz , buğulu pencereden dışarıyı izledikten sonra annesi ve abisinin fotoğraflarına bakıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı . Hıçkırık seslerini kimse duymasın diye ara sıra nefesini tutup ağzını kapatmaya çalışıyordu . Ama olmuyordu . Canı çok acıyordu , hiç öğrenmemişti bu yaşına kadar terk edilmenin ne olduğunu . Artık çok iyi anlıyordu hayatım dediğin kişilerin hayatından gidince neler hissettiğini . Derin bir nefes aldı . Oturduğu yerden kalkıp çalışma masasına geçip oturdu . Çok zordu onun için hayatından bir parçanın gitmesi . Kendisini en önemli organlarından biri yokmuş gibi hissediyordu . Masasının üzerinde olan çizgisiz kağıtlardan bir tane aldı . Kalemliğinden de ışık kadar parlak gri renkte bir kalem aldı . İçi paramparça ve gözleri dolu dolu şu sözleri yazdı :
“Çok koydu be annem çekip gitmen . Hiç mi düşünmedin beni , bizi ? Sen giderken sadece kendin gitmedin , hayallerimi de götürdün . Bir yandan sen de haklısın . İnsan istenilmediği yerde niye dursun ki ? Ama ben olsam dururdum . Evlatlarım var , der dişimi biraz daha sıkardım . Hani sana hep papatya alırdım ve suya koymazdık onları . Çünkü papatyalar suya koyunca kokusu giden tek çiçektir . Bizde bunu bildiğimiz için yapmazdık . Bildiğimiz bir şeyi niye yapalım ki zaten ama sen benim çok üzüleceğimi bile bile gittin benden . Niye beni de alıp gitmedin bu evden ? Neden anne neden ? Bak bugün aldığım papatyalar boynu bükük seni bekliyor , aynı benim gibi . Belki çat kapı gelirsin diye . Keşke şimdi olsaydın da onlardan taç yapsaydım sana . Saçların mis gibi papatya kokardı . Gücenme annem , sen her zaman mis gibi kokardın ama papatya kokusu ile bir ayrıydın . Hangi tene bu kadar çok yakışırdı bu koku bilmem de sana ne kadar güzel yakıştığını adım gibi bilirim annem . Yoksun işte . Tek sorun bu , senin olmayışın , senin yokluğun … Kokmaz o saçların bugün papatyayla . Sen yoksun ya bak hepsini denedim ‘Seviyor mu , sevmiyor mu ?’ diye . Hepsi sevmiyor çıktı ama ben sapını da saydım anne . Çünkü hep inandım sana seviyorsundur diye . Üzülme annem bu da benim kusurum . Herkese gereğinden fazla inandım hep . Az kalsın unutuyordum bak . Biliyorum küçük değilim , istesem seni arayıp bulabilirim ama sen beni istememişsin ki beni almadan gitmişsin . Beni istemiyorsun ya sana söz veriyorum ‘Seni arayıp sormayacağım !’ Şimdi annem dediğim kadın görüşmemek üzere hoşça kal !”
Gözyaşları damladığı yerde iz bırakıyordu . Çok üzülmüştü delikanlı . Hayatında ilk defa böyle bir şey yaşıyordu . Annesi on dokuz yaşındaki abisini götürmüştü ama on yedi yaşında olmasına rağmen onu götürmemişti . Daha onun göreceği çok şey vardı bu hayatta . Bunu annesiz yaşamak çok kötü bir duyguydu . Ama gerçekler öyle acıydı ki Kahramanmaraş’ın acı biberinden bile çok yakıyordu içini .
Çalışma masasından kalktı ve gökyüzü geceliğini giydi . Kahverengi ve sarının çok bir uyum yakaladığı saçlarını tarayıp Galatasaray örtüsü çekili yatağına uzandı . Yatağında uzanırken sürekli annesinin ve abisinin fotoğraflarına bakıyordu . Sabah olmasına çok az bir zaman kala uykuya daldı delikanlı . Uykuya dalmıştı ama hala gözlerinden yaş geliyordu . En fazla bir saat uyudu . Sonra güneşin altın ışıkları yavaş yavaş gülümsedi ona . Tıpkı bir “Günaydın!” dercesine . Ama o gülemedi güneşe . İnsan içi paramparçayken nasıl gülsün ki zaten ? Yatağından kaplumbağa yavaşlığıyla kalktı ve lavaboya gitmek için odasından çıktı . Babası ve üvey annesi kahvaltı ediyordu . Sofrada sadece kuş sütü eksikti . Ama delikanlının öz annesi varken bu durum hiç de böyle değildi . Onları umursamadan lavaboya gitti genç . Elini yüzünü tertemiz yıkadı . Aynada kendine bakıp bugünün güzel olacağına dair söz verdi . Aynanın hemen yanında askıda asılı duran havluyu aldı . Ellerini ve yüzünü iyice kurulayıp lavabodan çıktı .
“Oğlum ,gel kahvaltını yap , sonra ne yapacaksan yaparsın .”
“Yemeyeceğim ben , dün akşam fazla yediğimden midem eritmemiş .”
Aslında bu sözleri söylerken dün akşam ki babasının attığı tokadı hala unutmadığını belirtmek istemişti . Birkaç adım attı ve odasına girdi . Galatasaray örtüsü çekili olan yatağını düzenleyip gökyüzü geceliğini çıkardı . Dolabından civciv sarısı bir kazak , bebek mavisi bir pantolon ve gece mavisi bir kot ceket alıp giydi . Aynanın karşısına geçti . Kahverengiyle sarının çok iyi bir uyum yakaladığı saçlarını taradı . Üstünü başını düzenleyip bir girdap kadar siyah çantasını sırtına takıp odasından çıktı . Yeni ailesine “Görüşürüz !” bile demeden ayakkabısını giyip evim dediği yerden ayrıldı .
Arkadaşları ile buluşacaklardı ama gidebilir miydi ? Yavaş yavaş ilerlediği kaldırımlarda aklını yiyip bitiren o soruyla baş başa yürümeye devam etti .
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Baharımda Aç Papatya
Teen FictionHayalleri kurmak sana ait , Yıkılması ise beş para etmez insanlara...