"Teneffüste bahçeye çıkıp, dolaşalım mı? Geçen teneffüs sınıfta kalmak istediğini söyledin diye çıkamadık."
Yeliz, bizim sınıfa sayısal sınıfından geçmiş, hafif saf ve çok geveze bir kızdı. Saatlerce aralıksız konuşabilirdi ve gram yorulmazdı. Hafta başında bizim sınıfa geleceğini öğrenmiştim ve bunun olacağını tahmİn edebiliyordum. Yanımda Efe oturduğu için oturamamıştı ama her teneffüs yanıma gelerek olmadık konuları açıyor, sınıfın bütün dedikodularını öğrenmek istiyordu. Sorun şuydu ki; ben doğru kişi değildim. Hiçbir zaman, diğer arkadaşlarımla tam olarak ilgili olmamıştım. Aslında bakarsanız, bir arkadaşımın olduğu bile söylenemezdi.
Arkadaşa hiç ihtiyaç duymamamın sebebi kuzenimdi. Arkadaş, kardeş, abla... Uzakta da olsa, o bana her şey oluyordu ve bu çok iyi hissettiriyordu. İçimdeki siyah başka hiçkimseyi almıyordu. Asla diğerleri gibi olamamıştım.
Gözlerimi devirerek, karşımdaki masanın üzerinde oturmuş Yeliz'e baktım. Küçük gözleri vardı ama olayları herkesden daha ayrıntılı görüyordu sanki.
"Canım istemiyor Yeliz. Neden diğerlerinin yanına gitmiyorsun?" Aslında istediğim cevap vermesi değildi, direkt gitmesiydi.
"Onlar tam malkafa. Neden gidecekmişim hem, çok eğleniyoruz birlikte." O kadar doğal ve inandırıcı söylemişti ki, bir an öyle olup olmadığını düşündüm. Sonra kafamı iki yana sallayıp, kesinlikle öyle olmadığına kanaat getirdim.
"Böyle düşünmene üzüldüm bak. Şu en ön sıradaki uzun saçlı çocuğu görüyor musun? Az önce çıkan kavga, o çocuk yüzünden çıkmış."
Yeliz'in gözleri kocaman açılmıştı. Açık kalan ağzını çabucak kapatarak, sıradan indi. Ellerini birbirine sürterek sinsi gözlerle bana baktı.
"Neler olduğunu öğrenip, hemen geliyorum."
Tabi tabi, şimdi git sonra gel.
Arkamda, bir kaç belli belirsiz alkış sesi duydum. Döndüğümde, Derin'in bana bakan kahverengi gözleriyle karşılaştım. Pencerenin önündeki, kaloriferlere yaslanmış, ellerini göğsünde birleştirmişti. Boynunu hafifçe yana doğru eğmişti, uzun zamandır beni izlediğini düşünürken saç diplerime kadar kızardığımı hissettim. Bu kadar ukala aynı zamanda bu kadar kusursuz durmayı nasıl başarıyordu?
İçimde bir şeylerin eridiğini hissettim. Derin'i tanıdığım günden beri, bu duyguyu çok sık hissediyordum. Bu eriyen, benim kalın duvarlarım olabilir miydi? Kimseye göstermediğim kalın, yıkılmaz, aşılmaz, şeffaf, siyah duvarlarım. Ürperdiğimi hissettim.
"Göründüğün kadar dürüst değilmişsin." dedi ukala ses tonuyla.
O ne bilirdi ki. Bu kızdan bir haftadır çektiğimi bir ben, bir de Allah bilirdi. Dudaklarımı birbirine sıkıca kapatarak, çatık kaşlarla ona baktım.
Gülümsedi.
"Yalan söylemeyi becerebildiğini düşünmezdim."
"Beceremem zaten." Dudağımı ıssırarak, biraz mahçupca devam ettim. Sonuçta ben de yalan söylemiştim ve o bunu nasıl oluyorsa biliyordu.
"Yalan, sürekli söylendiğinde tehlikelidir." Kendimden emin söylemiştim. İlk defa, felsefi bir iki kelime edebilmiştim.
"Neyin tehlikeli olduğunu bilemezsin, inan bana."
Gözlerinden geçen karanlığın tonu o kadar koyuydu ki, kaslarımın katılaştığını hissettim. Ürkütücü derecede hem korkunç, hem de tanıdık geliyordu bu ton. Tanıdık bir şeylerin kokusu geldi burnuma.
"Sen de bilemezsin." dedim ellerimi onun gibi göğsümde birleştirerek. Ona meydan okuyordum aklımca. Ama uzaktan bakan biri, bunu farketmezdi emindim.
"Haklısın." dedi sadece.
Düz, kuru, basit bir ses tonuyla kabullendi. Bana hak vereceğini hiç düşünmemiştim çünkü karşımdaki benmerkezci egoistin tekiydi. Öylece bana hak vermesi şaşılacak şeydi, evet. Sırasına oturarak, kitaplarını karıştırdı. Ben de oturarak şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım.
*
Anahtarı kilitten sertçe kurtarıp kapıyı hızlıca kapattım. Hava o kadar soğuktu ki, parmak uçlarımı hareket ettirirken zorlanıyordum. Sırt çantamı, hemen kapının yanına bırakarak üst kata çıktım. Sıcak bir duş bana iyi gelecek tek şeydi.
Üstümden çıkarttığım kirlileri sepete atarken, aşağıdan gelen tıkırtıyla donakaldım. Kapının kilidi zorlanıyordu ve bu metallik ses hiç hoşuma gitmemişti. Dehşet içindeydim. Annem olma ihtimali kesinlikle yoktu ama bu ses kesinlikle kilide sokulmaya çalışılan anahtar sesiydi. Aynadaki şok olmuş yüzüme bakarken hızla kaptığım bornozu üzerime geçirerek yavaş adımlarla merdivene yöneldim. Nefes alıp vermeyi unuttuğumu farkedince uzun bir nefes alıp, merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Aklımdan hızlıca olabilecek ihtimalleri geçirmeye başladım.
Annem olabilir miydi? Olamazdı! Daha bu sabah konuştuğumda anneannemin durumunun iyiye gitmediğini, uzun bir süre daha ziyarete gelemeyecweğini söylemişti ve kesinlikle sürpriz yapabilecek bir insan değildi. Aklımdaki listeden "anne"nin üzerini kalın bir kalemle çizdim.
Çok sık görüştüğümüz komşularımız yoktu ama biraz ilerideki evde oturan yaşlı bir kadın vardı. Her portakallı kek yaptığında bana getirir, iki fincan çay içtikten sonra evine giderdi. Ama annemin gittiği sabah, onu uğurlamış; kendisinin de uzakta oturan kızının evine gideceğini söylemişti. Kalın kalemle onun isminin de üzerini çizip, düşünmeye başladım.
Kapının kilidi her geçen saniye daha çok zorlanıyor, kalbimin daha hızlı atmasına sebep oluyordu. Ellerimi bornozun yakasına bastırarak kapıya doğru ilerledi. Kapılar eski tip olduğu için gözetleme deliği yoktu ve tahtadan yapılmıştı. İçimden belli belirsiz geçirdiğim iyi dileklere yoğunlaşmaya çalıştım. Gözlerimi sımsıkı kapatıp, bunun rüya olmasını umdum ama rüya değildi. Gözlerimi açtığımda kapının kilidinin hala hareket ettiğini gördüm. Gözümün önünde, arkadan birisinin açmaya çalışmasıyla oynayan kilit ısrarla açılmıyordu.
En sonunda yerdeki çantama uzanıp, telefonumu alıp polisi aramayı akıl edebilmiştim. Çantadan telefonumu çıkartırken ellerim titriyordu. Gözümün önüne gelen saç tutamını kulağımın arkasına iterek, tuş kilidini açtım. Zihnimde havada uçuşan önemli telefon numaralarını düşünürken, kilit sesi kayboldu. Kapının arkasındaki kişi, kilide sokmaya çalıştığı cismi kilide sokmaktan vazgeçmişti.
Telefonu tuttuğum elimi yavaşça aşağıya indirirken, kapıya doğru yürümeye başladım. Çıplak bacaklarım üşüyordu ama titrememin sebebi onlar değildi. Arkadan gelen tanıdık sesle, bütün kaslarımın gevşediğini hissettim. Bu ses, benim tanıdığım bir sesti. Sıcacık sesiyle, bana kendini duyurmaya çalışıyordu şimdi.
"Dünya! Dünya benim, Naz!"
*Medyadaki, Naz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAH
Novela Juvenil"Sen ..." dedi adam boğazındaki acı tortuyu bastırmaya çalışarak; "Sen benim en karanlık odalarıma girip, hiç sevilmemiş saçlarıma dokundun." Sigarasını içine bir kez daha çekerken; kısık gözleri kızın beyaz, küçük, kemikli ellerine kaydı. "Ve ben b...