~1~

197 4 2
                                    

Yatağımın yanındaki komodinden alarmımın sesi yükseliyor, bense umursamadan hala yatakta yatıyordum. Of ne geceydi, iyi dağıttık filan demek isterdim ama gerçek bu değildi. Gerçek tüm yaz boyunca sabahlamaktan içine sıçılmış uyku düzenim yüzünden 6'da kalkacak olmama rağmen 4'te yatmış olmamdı. En azından 2 saat de olsa rahat bir uyku çektim, diye içimden geçirdim. Yalan. Sonbahar gelmesine, tüm pencerelerin kapalı olmasına rağmen tüm zorlukları aşarak yanıma gelen lanet sivrisinekler beni uyutmamıştı. Yani okulun ilk günüde 45 dakikalık bir uykuyla gidecektim. Muhteşem!

Geçen sene hazırlığı bitirdiğim için bu sene okulda nasıl bir manzara ile karşılaşacağımdan haberim yoktu. Tek dileğim o süslü orospu şempanze Dila ile aynı sınıfta olmamaktı. Ve de yavşak Ali ile. Ve de ortalıkta uyuşturucu bağımlısı bir seri katil gibi gezen Gökhan ile. Tek dileğim listesinin tek basamaklı sayılarla bile yetinmeyeceğini biliyordum. Her sene aynı şey. Neden bir kez olsun sınıfımda çok seveceğim bir kızla tanışmıyorum? Neden? Şu ana kadar bana her "En yakın arkadaşın kim?" diye sorulduğunda sessiz kalmaktan çok sıkılmıştım. Tamam kendime göre yakın olduğum birkaç arkadaşım var. Ama hiçbiriyle en sevdiğim grubun konserine gidemezdim. Onlarla ancak alışveriş merkezlerindeki kahvecilerde oturur ve dakikalarca aptal sevgilileri ve yeni gelen yakışıklılardan bahsederdik. O anlarda konuşacak tek bir sözüm olmadığı için kendimden nefret ettiğim çok oldu.

Kafamdaki düşünceleri süpürge ile kafamdan aşağıya süpürdüğümü hayal ettim ve okul kıyafetlerimi elime aldım. Etek. Gömlek. İnce çorap. Bir saniye. ETEK Mİ?! Etek giymekten 1. sınıftan beri nefret ederdim. O iğrenç pilileri, bacağımın kalınlığını ortaya çıkaracak olması... Pantolonların suyu mu çıkmış?! Şeytan diyor, al eline çakmağı, yak şu okul forması mu kerhane kıyafeti mi ne idüğü belirsiz kumaş paçalarını. Tamaam, sakinim. En azından okulun ilk günü böyle olsun, zaten sonra tozutacaksın, dedi hain iç sesim. Ah, birbirimizi çok iyi tanıyoruz, diye cevap verdim. Sonra da piç gülüşü ile birbirimizle bakıştık. Allahım, yalnızlık denen illetin bana yaptığına bak. Yokluktan iç sesimle kesişir olduk. Benim acil sevgili filan bulmam lazım. Yok yok, hatta koca olsun, nişan beni anca paklar.

Aynaya baktığımda her zamanki ama bugünkü uykusuzluğumun da enfes bir tat katmasıyla daha da artmış olan vasat görüntümle karşılaştım. Kabarık ve dağınık kumral saçlar, boş bakan şişmiş mavi gözler, 3 ayımı güneşlenerek geçirdiğimi gerçekten hiç çaktımayan beyaz tenim, birkaç sivice, göbek, kalın bacaklar ve iğrençliğime iğrençlik katan okul kıyafeti. Vay be, gerçekten sevgilim yok diye şikayet etmemeliyim. Kimsenin suçu olmadığı gayet belli. Annem "Geç kalıyorsun!!" diye cırtlayınca hızla çantamı kapıp kapıya yöneldim. Ayakkabı bağcıklarımı bağlayıp anneme ve babama "Bana şans dileyin!" diye bağırdım ve kapıyı kapattım. Bugünün hayatımın en özel günü olacağını çok sonradan öğrendiğimdeyse keşke yanıma saç tokası almış olsaydım diyorum.

Düşünceler içinde okula geldim. İstiklal Marşı başlamak üzereydi. Oh my... Müdür konuşmasını kaçırmıştım. Kendime beşlik çaşmamak için ellerimi zor tuttum. İlk günden deli damgası yemek hoş olmazdı. Tören bitti ve sınıflara dağıldık. İlk ders zili çaldı. Etrafıma bakındım. Farklı bir sınıftı. Hoca içeri girdi ve ders başladı.

Eğer şuanda zamanda yolculuk yapabiliyor olsaydım, ilk gideceğim yer daha hayatının aşkıyla tanışmamış, yalnız ve sessiz kızın yanı olurdu. Gider, bir yıl önceki halimin kafasını tutar, çevirir ve yan sırasında oturan çocuğu ona gösterir ve "1 yıl sonra, bu çocuğa geri dönülemez bir şekilde aşık olcaksın, kendini kolla!" derdim. Ama o zaman böyle bir imkanım olmamasından mı, yoksa kaderimin böyle yazılmasından mı bilmiyorum, bunu yapmak yerine çocuğa hafifçe dokunup, okulun ilk gününde kalem unutan bir salak değilmişim gibi davranmaya çalışarak ondan kalem istedim. Ve bana dönmesiyle siyah derin gözler ile karşılaştım.

Onu daha önce gördüğümü hatırlamıyorum, geçen sene burada değildi sanki. Sessizce bana şuan avuçlarımda duran pembe kurşun kalemi verdi. Teşekkür ettim. Sıcak bir gülümsemeyle karşılaştım. Önüme döndükten sonra dersten tamamen kopup gittiğimi hatırlıyorum. Hoca isimlerimizi alarak herkesle tek tek tanışıyordu. Sıra bana kalem veren siyah gözlere geldiğinde hoca "1581, Burak Yüksel." dedi ve ayağa kalktı. Edebiyat hocamız, "Sessiz birine benziyorsun Burak." dedi. O an ilk defa sesini duyduğum andı. "Sanırım daha ortama pek alışamadım hocam. Pek içine kapanık biri olduğum söylenemez." dedi. Bir anlık gelen istekle gülümsedim. Aynı bana benziyordu. İnsanlar asla benimle gerçek anlamda tanışmadan gerçek yüzümü göremezler. Daha kimseyle gerçek yüzümü gösterecek kadar iyi anlaşmamıştım zaten. Burak yerine oturdu. Sıra bana gelmeden önce sadece bir saniyeliğine bekledim. Hoca listeden adımı okudu. "1672, Sena Günay." Ayağa kalktım ve hocaya "Evet." dedim. Beni sürekli sağ tarafıma bakmaya iten bir güç varmış gibi hissediyordum. Karşı koyamadım ve baktığımda ilk kez göz göze geldik. İşte o zaman, hayatının aşkına baktığının farkında olmayan salak ben, bu çocukla çok iyi arkadaş olacağım diye içimden geçirdim.

Yalan değil, oldum da. Ama hikaye çok kıvrımlı yollardan geçiyor. Hayatın karşımıza ne sunacağını ancak sunduğu anda öğreniriz. Başka çaresi yoktur. Hayatın bana sunduğunun aşk olduğunu anladığımda ise, herşey için çok geç kalmış olacaktım.

Mavi ve SiyahHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin