Tuzlu deniz kokusunu burnuma çekerken yan tarafıma dönüp
gözlerinin içine baktım. Arkasından gelen güneş ışığı gözlerimi kamaştırdı. Gözlerimi kaçırmak zorundaydım. "Tekrar baksana bana." dedi. Baktım. Sanki siyah gözlerinin içinde bir ateş vardı. Bu kez ona bakmaktan korkmadım. Çekinmedim. Uzun uzun baktım, doyamadım. Sahi ne zaman bu kadar çok sevmiştim ben?---
Isınma turlarını yavaş yavaş atlatıyorduk. Okulun ilk iki haftası sona ermişti. Daha bir tane konuyu doğru düzgün bitirememişken hocalar dağ gibi ödev yağdırıyorlardı elbette. O şeytan suratlı matematikçiyi ilk günden beri sevmemiştim zaten. İlk ders de onun dersiydi. İçimden bir "Off" çekerek hızlı hızlı yürümeye devam ettim. Geç kalırsam yandığımın resmiydi.
Nefes nefese sınıfa girdim ve hocayı sınıfta göremeyince rahatlayıp yavaşça yerime oturdum. Daha o gelmemişti. Ömrü hayatında daha hiç bir erkeği umursamamış bir kızın, neredeyse tek diyaloğu kalem ödünç istemek olan sakin ve normal bir çocuktan Derin'in,sıra arkadaşımın, tabiriyle "hoşlanması" tuhaftı. Ondan hoşlanmadığıma emindim ama nerede olduğunu, ne yaptığını sürekli merak ediyor ve hep onun yanında olmak istiyordum o kadar.Bu ikisinin aynı şey olduğunu düşünüyor olabilirsiniz ancak bence aynı değil. Çünkü eğer ondan hoşlanıyo olsaydım sınıftan içeri girdiği an- AMAN TANRIM GELDİ ŞÜKÜRLER OLSUN! Pekala, sakinim. Dediğim gibi aynı şey değil. Hem ilk geldiği günden beri onunla arkadaşlık kurmak istiyordum o kadar. Bu kadar gizemli olması da bu işi zorlaştırıyordu tabii ki.
Zilin gıcık sesi kulaklarımı tırmaladığı an sınıfın kapısı açıldı. Şeytan suratlının bu kadar dakik olması imkansızdı, hele de pazartesi günleri. Edebiyat hocası her zamanki neşeli haliyle "Yırttınız gençler! Pardon yani Şeyda Hocanızın bir işi varmış, bu yüzden derse gelemeyecek. Ben de bu fırsatı değerlendirip şiir seçmeleri için bir fırsat yaratayım istedim. Şimdi, kimleri tahtaya kaldıralım bakalım. Burak sen gel şöyle." diyerek tahtayı gösterdi. Aşırı derecede meraklanmıştım. Bu kadar sessiz birinin kelimelere nasıl can vereceğini düşünüyordum belki de.
Yavaşça sırasından kalktı ve tahtaya yürüdü. Hocanın eline tutuşturduğu kitabı alıp yüksek sesle okumaya başladı:
"Senin sen olmadığını bile bilmeden,
Sen bile
Seni ben geçerken
Derim ki,
Saati sorduklarında;
Onu ''O'' geçiyordur
Kimse anlam veremez.
Tamir ettirmedin gitti derler şu saati.
Ettirmek istiyor musun demezler.
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur.
Zamanı durdururum yüreğimde,
Sensiz geçtiği için,
Akrep yelkovana küskündür.
Şu bozuk saat çalışsa benim için ölümdür.
Bil ki akrep yelkovanı geçerse,
Atan bu yüreğim durur.
Bırak bozuk kalsın, hiç değilse
Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur... "Sözcüler inci tanelerinin okyanusa düşüşü gibi ağzından çıkıp kulaklarıma gelirken, ne hissedeceğine ne beynim ne de kalbim karar verebilmişti. Karmakarışıktım. İçimdeki gürültüyü sınıfın alkış sesleri bastırdı. Ülkü Hoca "Üstüne söylenecek bir söz olmadığını hepimiz anladık galiba. Teşekkürler Burak, yerine geçebilirsin." dedi ve o da yerine döndü. Dersin sonuna kadar hoca Derin de dahil birçok kişiye şiirler okuttu. Ama benim aklım hala o cümledeydi: "Bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur." Acaba sevdiği bir kız mı var diye düşündüm. Başka türlü bu kadar duygulu okuması imkansızdı çünkü.
Akıl karışıklığımın verdiği cesaretle bir anlık buhrana uğrayıp kafamı bulundupu yöne çevirdim. Bingo. İkinci kez göz göze gelmiştik işte. Ve yine ilk bakan taraf ben olmuştum. Ama bir fark vardı. Bu sefer birbirimize gülümsedik. İçten ve samimi bir şekilde. Gözlerinin kenarlarının kırışmasından anlayabiliyordum bunu. O an arkasındaki pencereden güneş ışıkları yüzüme vurdu. Gözlerimin kamaşmasıyla kafamı çeviridim. Yan tarafımdan bana baktığını bilmenin sevinciyle bu sefer kendi kendime gülümsemeye başladım. O sırada da teneffüs zili çaldı. Hemen yerinden kalkıp sınıftan dışarı çıktı. Normalde her seferinde onu takip edip gizlice ne yaptığını izlerdim ancak bu sefer sınıfta kaldım. Çünkü artık bu "Bay Gizemli"ye böyle yaklaşamayacağımı anlamıştım.
---
Otobüste kendime arka koltuklardan cam kenarı olanı kapıp oturmaya çalışıyordum ama bugün durakta anlamsız bir kalabalık vardı. Değil oturmak, otobüste nefes alacak bir alan bulduğum için şanslıydım. Ama daha güzeli bulunduğum noktadan varlığımdan habersiz Burak'ı gayet net bir şekilde kesebiliyordum. Ta ki arkasını dönene kadar...
"Selam" dedi. Bana. Selam. Verdi. Kalp atışımı sabit tutmak için çok yoğun bir çaba vererek başımı kaldırdım ve ben de "Selam." diyerek karşılık verdim. Şuana kadar bu otobüsü kullandığını fark etmemiş olmam imkansıdı. "Bu otobüsle mi gidip geliyorsun?" diye sordum."Aslında okul başladığında servise yazılmıştım ama aptalca geldi. Zaten evim pek uzak değil." diye yanıt verdi. Okul meseleleriyle ilgili biraz konuştuk. Geçen sene hangi okuldaydın, nereden geldin, tarzı. Tahmin ettiğim gibi başka okuldaymış. İneceğim durağa yakın, "Bugün şiiri beklediğimden güzel okudun." dedim. "Ne beklediğini bilmiyorum ama şiir konusuna meraklıyımdır ve bu yüzden övgülere açığım." diyerek güldü. Çok doğal gülümsüyordu. "Kendini beğenmişe benzemiyordun ama.." diye mırıldandım. "Sen de beni övecek birine pek benzemiyordun açıkçası. İki haftadır sürekli gözlerini üzerime dikip dik dik bakıyordun." dedi. O an hayatımın en rezil anları sıralamasında tartışmasız birinci sıradaydı. Yanaklarım ısınıp pancar moruna dönüşürken, ineceğim durağa geldiğimi görüp rahatladım. Kelimeleri ağzımda geveleyerek "Ben ineceğim durağa geldim, görüşürüz." diyip hemen aradan süzülerek aşağı inmeyi planlıyordum ama o "Dur, ben de burada ineceğim!" diye seslendi. İçimden, buyurun cenaze namazına, dedim ve ona bu-utançla-daha-fazla-yaşayamam bakışı attım. Kahkaha atıp "Sadece şaka. Seni korkutmak istemedim." dedi. Derin bir nefes alıp "İyi o zaman, yarın görüşürüz." diye karşılık verdim. O da "Yarın görüşürüz, Sena." dedi. Adımla seslendi. ADIMLA SESLENDİ. Hızla otobüsten indim ve tabiri caizse topuklarımı götüme vura vura eve koşturmaya başladım.
Kıyafetlerimi bile değiştirmeden yatağımın üstüne atladım. Bilgisayarımı açıp arama motoruna hemen şiirin mısralarını yazdım. Sözcükler karşımda dizildi. Şiiri tekrar tekrar okudum. Onun ağzınla çıkan her kelime ile şiirdeki her sözcüğün bir harfini birleştiridim. İnce ince dokuyup aklıma kazıdım. Acaba hoşlanıyor muyum ondan, sorusunu hiç kendime sormadım. Alışkın olmadığım duygularla aklımı karıştırmadım. Sadece onu düşündüm. Sadece onu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi ve Siyah
RomanceTek kişilik bir aşkın kahramanı olmak nedir bilir misiniz? Mavi ile siyah değil, Mavi ve siyahın ta kendisi olmak...