"Mutsuzluğunu denize göm, ciğer yanmalarını bana bırak."Mümkün olabilse karnıma sokup acısını çıkarmak istediğim ellerim bıçakmışçasına karnıma baskı yapıyor. Gözlerimin olayla alakası yokken öyle bir doluyor ki tam şu an bir denize bedelim, Sehun'un ulu annesine bedelim. Sehun'a mutsuzluğunu denize göm derken gözlerimi kastetmedim, karnımı hiç kastetmedim, kalbim ise hiç mevzu bahis bile değildi.
Daha sonra anlatırım diye biriktirdiklerim tartıda 2 litreyi aşıyor. Bir tatlı kaşığı gözyaşı bir gram eder. İnsanlar hayatında 100 litre gözyaşı döker. Kadınlar geleneksel ülkelerde daha çok ağlar. Kadınlar Frans'da hiç durmadan ağlar. Onlar dursa ben başlarım, ben dursam onlar başlar. Frans sokaklarında gözyaşı, öylesine çıkmış bir çiçek kadar değersizdir. Frans sokaklarında aşk, öylesine çıkmış bir çiçek kadar değerlidir.
Midem kendisini de çıkaramayacağını anlıyor ki kasılmalarım duruyor. Frans sahil kenarından geçen kimse sahilde birinin canı denize karışıyormuş gibi ağlamasının sebebini merak etmiyor. Çünkü kimse sevdiğiyle evlenemezmiş buralarda, sadece annem evlenmiş o da zaten cadıymış, yanarak can vermiş, küllerine bile saygı gösterilmemiş. Frans sokaklarında aşk yolda öylesine açmış bir çiçek kadar değerliymiş çünkü herkes nasıl adımlarını o çiçeği ezmek için değiştiriyorsa, aşıkları da mahvetmek için elinden geleni yaparmış. Kızlar kızları öpemezmiş, erkekler el ele tutuşamazmış, kimse kimseyi sevemezmiş.
Yüzüm muhtemelen anaokulunda çizdiğimiz güneşler kadar sarıyken ayağa kalkıyorum. Ben Frans'da yaşamak istemiyordum ama yaşamayı seviyordum. Sehun'a bencilliği yüzünden çok kızıyorum. Şimdi kırmızı suratlı balıkçı iki ciğerini tek nefeste yakacak, bunu neden düşünemiyorsun diyorum ama cevap veremeyecek kadar kül. Bir avuç kül geldi gönlümü sıkıştırdı, hiçbir şey yapamadım. Sadece denize doğru yürüdüm. Güzün bittiğine, denizin ısısını artık koruyamadığına, sadece oğlunu kabul ederken ılık olduğuna şahit oldum.
Yürüdüm, su önce dizlerimi geçti, soğukluğu direkt gözyaşlarıma vurdu, onlar bile soğuk aktı. Sonra karnıma kadar geldi, işte o anda tüm vücudum soğuğu hissetmeye başladı, titremekten dişlerimi kırarım sandım. Biraz bu şekilde durmak istedim. Anneme onu hiç sevmediğim için hiç özür dileyemedim. Arkasından yeteri kadar üzülemediğim için kendime kızamadım ama bana bu sonu yakıştıran Frans'a çok öfkelendim. Frans'ta yaşıyıp hayatı bana, sana, bize zehir eden herkesten nefret ettim ama elimden sadece ağlamak geldi. Nefret can yakan bir şeymiş, ben bu kadar canımın yanacağını bilemedim.
Artık bu yüzyılda yaşayamazdım, artık Frans olmazdı. Frans benim her zaman kaçacağım, aslında olmayan bir yer kalacaktı. Tarihçiler buradan hep kötü bahsedecekti. Tarihçiler iki oğlan varmış diyecekti, çok yakın arkadaşlarmış, böyle demezlerse tarih kitapları bizi kabul etmeyecekmiş, aynı gün kaybolmuş bu iki oğlan, hiç bulunamamış. Acaba neymiş dertleri ve bu efsaneyi kim uydurmuş? Kırmızı suratlı balıkçı mı anlatmış onları herkese, halk turist mi çekmek istemiş, yoksa iki ölü bedene bir hikaye mi uydurmuş şairler?
Denizin içinde dizlerimin üzerine düşüyorum, deniz bile kabul etmiyor beni sürekli ittiriyor. Dalgalar hiç olmadığı kadar agresif davranıyor. Sehun öyle bencilmiş ki tek gitmektense beni zehirlemeyi tercih etmiş.
Bağıracak gücü ölmeden önce buluyorum.
"Sehun," diyorum. "Sehun benim annem yok. Sehun annen beni kabul etmiyor. Ne yapacağım? Deniz bile beni kabul etmiyor. Herkes annesinin kucağında ölmez mi, Frans neden beni cadı annemden ayırdı?"
Tarih tekerrür eder diye boşuna dememişler. Cadılar boşuna yakılmamış, aşıklar boşuna asılmamış, Frans boşuna yakılıp yıkılmamış.
SON.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fransa değil frans | sekai
Fanfictionben bağırıp susuncaya kadar bitsin bu dans, ayrıca fransa değil frans