-
Durdum. Durdum ve dinledim çığlıkları. İçimin derinlerinden yükselen bu tiz sesleri yüzümde peyda olmuş büyük bir tebessümle dinledim.
Sustum. Sustum ve gözlerimi kapadım. Gerçeklerden kaçtım. Kendimden kaçtım. Kaçmaktan kaçtım. Gözüme inmiş perdeler hakikatle arama kalın bir çizgi çekse de o çizgiyi zaten aşmak istemediğimden sorun etmedim.
Saklandım. Koşarken düştüm, dizlerim acıdı. Kan aktı dişlediğim dudağımdan, kestirdim saçlarımı. Kırıkları attığımda kurtulurum sandım, olmadı; kaçtım, düştüm, olmadı... Ben de saklandım. En sevdiğim oyun saklanbaç değildi, yakalanbaçtı tek oyuncusu ben ve gözleri olan. Ama saklandım.
Ne çığlık vardı ne kan. Ben kendi kendime yanıp sönmüştüm.
Elimdeki sigarayı söndürmek istedim, bastırdım yere. Dumanı içime çekmek zor değildi, artık alışmıştım o acı tada da.
Elimdeki mektubu kırıştırdım, sıkıştırdım, katıştırdım ve uçak yaptım. Bu ondan kalan son şeydi, bu onun elinin değdiği ve bende olan tek şeydi. Kaldırdım, hedefi belirledim, odanın çıkışında duran çöp kovasına fırlattım ve bam! Şimdi içindeydi.
Hayır; o uçak gerçekti, elimdeydi ve ben fırlattım.
Kapı açıldığında içeri giren dostuma baktım; elinde bir tepsi, tepside yemekler vardı.
"İstemiyorum," dedim başımı perdeleri sonuna kadar açık olan cama çevirerek. Bir kuş havalandı o an gökyüzüne.
"Hadi ama, birazcık ye bari. Kaç gündür tek lokma şey yemedin."
"Umrumda değil," dedim sıkıntıyla, şimdi öğüt faslına geçecekti ve dinlemek istemiyordum. Kafamı çevirdim ve gözlerinin içine baktım, bir şeyler söylemek için açılan ağzını kapadı. "Hiçbir şey istemiyorum, zorlama."
"Tamam," dedi sabırla, derin bir nefes verirken. "Ama bunu buraya bırakıyorum." Her öğün yaptığı şeyi yaparak tepsiyi masanın kenarına bıraktı. "Yersin daha sonra. İstediğinde."
"İstemeyeceğim."
Ayağa kalktım ve odanın çıkışına yürüdüm, yanından geçip gittiğimde peşimden geldi.
"Ne oldu, nereye gidiyorsun?"
Sesi endişeliydi, çocuğuna bir şey olacak korkusunu barındıran bir anne sesiydi. Bunu seviyordum.
"Sadece dışarı çıkacağım. Biraz takılır gelirim, hava almak istiyorum."
Mümkünse kalan bir parça ruhuma kıymak istiyorum.
"Ceketini al, hava soğuktur. Saat kaç oldu... 12 olmadan eve dön."
Cehenneme yürürken giyeceğim ceket beni daha da üşütmekten başka işe yaramazdı, kaldı ki Külkedisi olamayacak kadar yorgun bir ruha sahiptim.
"Tamam, görüşürüz."
Yanağına bir öpücük bırkarak kapıyı açtım, spor ayakkabılarımı giyip ardıma bakmadan merdivenlerden inmeye başladım çünkü beni izlediğini biliyordum. Ona bakarsam aldığım kararlardan cayacağımı biliyordum. Ona bakarsam diğer insanların yaralarını nasıl sarmaya çalıştıklarını görüp bir kez daha başarısızlığımı hissedeceğimi biliyordum.
Apartmandan çıktığımda gecenin kokusunu içime çektim, kendine has olan bu kokuyu çok seviyordum. Sadece Ay çıktığında hissedebiliyordum, o kadar eşsizdi ki... Bir kedi miyavlayarak yanımdan geçti, dönüp baktığımda bir ağacın altında uyumaya çekildi.
Yoluma devam ettim, ilerledim. İlerledikçe geriledim fakat kimse fark etmedi. Kimse yoktu. Sessizlik istemedim, müzik açmak istedim, ceplerimi karıştırdığımda telefonumu almadığımı fark ettim. İçten içe üzüldüm ama kimsenin beni bulamayacağını düşününce sevindim. Unutulacaktım. Onu unutacaktım.
Adımlarımı sakince atmaya devam ettiğim; bir daha geri dönüşüm olmadığı için o eve, umursamayacaktım saatleri. Yelkovan ve akrep üzerinde düşüneceğim son şeydi artık benim.
Biraz yorulduğumda oturup soluklanmak istedim, etrafıma dikkat kesildim. Bir çocuk parkının önüne gelmiştim. Parkın kenarındaki banklara doğru yürüdüm, birine oturdum ve boş gözlerle önümde duran salıncağı izlemeye başladım.
Güneş tepedeyken cıvıl cıvıl olan bu çocukluk kalesi şimdi korkutucu duruyordu; geceleri gelseydi çocuklar parka, aynı aşkla severler miydi dünyayı bir daha?
Sessizliğimi öldüren adımları duyduğumda irkildim, kasılan bedenimi rahatlatmaya çalıştım ve duruşumu dikleştirdim. O kişi tam arkamda durduğunda "Kimsin?" diye sordum ama cevabını merak etmiyordum. Soru olsun diye sormuştum.
"Önemsiz olduğunu ikimiz de biliyoruz," dedi davudi ses ve bankın etrafından dolanıp yanıma oturdu. Benim gibi salıncağa odaklandı.
Bir süre susup bekledik öylece neyi beklediğimizi bilmeden, belki hayatımızı değiştirecek tren kaçmıştı bile ve hâlâ susuyorduk, oturuyorduk. Bekliyorduk.
"Neden buradasın?"
"Mekânıma gelmişsin, sana sormalı," dedi sıradan bir şeyden bahseder gibi.
"Mekânın mı?" Şaşkınca döndüm ve bu adamın yüzüne baktım.
"Evet, geceleri benimdir bu park ve sen izinsiz giriş yapmışsın."
"Hadi ama, devletin arasındaki park nasıl senin olabiliyor?" Anlam veremediğimi belli eden sesimi duyunca kafasını çevirdi. Göz göze geldiğimiz an dudaklarım hafifçe aralandı ve bakışımızı kesmemeye çalıştım. Korkmuştum.
"Bu parkın ruhu benim, bir insanın bir oyunda işleyebileceği en büyük günah neyse onu işlediğim an, benim oldu burası."
"O n-ne?" Kekelemeden edememiştim, gözlerinde gördüğüm şey beni fazlasıyla yıpratmıştı.
"Vazgeçmek... Sevmek ve sevilmek oyunundan vazgeçtim. Karanlık bastırdığı an yollar bana açılır."
O an anladım korkumun nedenini. Bakışmamızı bölmek istemedim çünkü görmüştüm. O da yaralıydı ve insanlara sahip kimsesizdi. Gözlerinde saklardı yıldızları, karanlık çökmeden fark edemezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gözlerinde saklardı yıldızları
Short Storygözlerinde saklardı yıldızları, karanlık çökmeden fark edemezdim.