Muharebe ve Başlangıç

38 3 48
                                    

Arne

Ne kadar çok seviyordum bilir misiniz o ortamı. Savaştan bahsediyorum elbette, eninde sonunda illa ki öleceğimden, yaşarsam da ölene dek gururla taşıyacağım o yara izlerinden büyük bir memnuniyet duyacaktım çünkü. O bağırışlar, birbirine giren toz, toprak ve kan kokusu o kadar muhteşem bir his veriyor ki insana.... Biliyorum belki size tuhaf geliyordur, "Ne diyo' la bu?" diyorsunuzdur, ancak benim literatürümde en azından sanat böyle bir şeydir. Baltanın eti kesmediği bir yerde benim için sanat namına bir şey yoktur. O yüzden sizlere bunlardan abartılı bir şekilde bahsettiğimde şaşırmamanız gerek, en azından zamanla alışırsınız diye umuyorum. Atalarımdan pek de farklı değilim bu konuda.

Her neyse, savaştan bahsediyorduk. İngilizlerin karşısında bir kez daha durup sahip oldukları zenginlikleri almak için savaşıyorduk. Yani bir başka sıradan Norman-İngiliz savaşıydı. Klasik sebepler, sıradışı bir şey kesinlikle yok, herkes kendinden emin bir şekilde canla başla mücadele ediyordu. Korkumuz yoktu yaşayan hiçbir canlıdan. Hele o aptal, zayıf İngilizlerden asla korkamazdık, niye korkalım ki. Kendileri aşırı sıkıcı ve sakin bir yaşam sürmeye uğraşıyorlardı nedense. Hiç olmazsa onların bu sıkıcı günlerine renk kattığımızdan emindim, bize bu konuda teşekkür etmeliydiler. Onlardan da bizim gibi yaralı olarak çıkan da oluyordu savaştan bazen. Onların da gururla taşıyacağı izler bırakmıştık sonuçta çoğunu öldürsek de.

Çocukluk arkadaşım, en yakın dostum Frode de yanımdaydı savaşta. Övünmek gibi olmasın ama onunla kıyaslandığımızda ben ondan daha iri yarıydım, hatta iki katı olduğum bile söylenebilir. Daha bol sakallı ve uzun boyluydum. O da güçlüydü, taptazeydi. Ancak bilirsiniz hani, sizin zamanınızda buna gen farkı deniliyor. Elbette dokuzuncu yüzyılda İskandinav coğrafyasında böyle bir bilgiye kimsenin ulaşamayacağı gibi kimsenin umurunda da olmaz. Frode yine de hatırı sayılır bir şekilde İngilizlerden uzundu, ancak benim kadar uzun değildi. Benim kadar kaslı ve iri de değildi ama çelimsiz de değildi. Benim kadar sakalı yoktu ama köse de değildi elbette. Yalnızca bol sakallı olmayı sevmediği için belli aralıklarla tıraş olurdu. Saçları da benimkinden kısaydı. Ancak onu benden daha özel kılan belirgin bir özelliği vardı; kızıl saçları. Sarı saçlarım Normanlar arasında zaten sık görülen bir şeydi. Ancak kızıl saçlı olmak Tanrıların bahşettiği özel bir güzellikti. Kızıl saçlı olmak daha yakışıklı olmak demekti, o bu konuda benden daha avantajlıydı hakkını yiyemem. Ama kimsenin gidip de benim gibi güçlüsü varken onun gibi bir suskuna gönül vereceğini elbette düşünmüyordum. Sonuçta yakışıklılık her şey demek değildi. En azından her coğrafyada da böyle olduğunu düşünüyordum.

Frode omzuna kadar gelen kızıl saçlarını savura savura saldırıyordu İngilizlere. Onun bu cesaretiyle ben de gaza gelmiyordum desem yalan olur. Bütün ciğerlerim parçalanana kadar bağırarak ben de onunla birlikte öne atıldım böylece. İngilizlerin ödünün koptuğunu görünce de keyfim daha da yerine gelmişti. Bunu onunla başaracaktım, çocukluğumdan beri yanımda olan Frode ile. Kardeşim gibiydi sonuçta, Valhalla'da onunla birlikte yiyip içmeye can atıyordum. Yahut devamında yaralarımı Valhalla'ya gidene kadar taşımaya...

Frode öne atıldı bir kez daha, ancak bu sefer niyeyse dengesini kaybedip düştü. Ben de o sırada ona bakakalıp gülmeye başlamıştım. Ardından İngilizler üstümüze ani bir taşkınlıkla öyle bir saldırdılar ki ne olduğunu bile anlayamadan beş adamımızı yere serdiler. Frode ayağa kalkar kalkmaz (Benden daha çevik olduğunu söylemiş miydim?) diğerleri gibi geri çekilmişti. Onlarla birlikte kalkan duvarı oluşturmuştu. Ne yapmam gerektiğini biliyordum, onlara cesaretimi kanıtlayacaktım.

Onların yanına koşarken önüme gelen herkesi yıkarak, resmen ezerek geçmiştim. Onların önünde kendi kalkanımı İngilizlere karşı çıkarıp fırlatmıştım. Tek fırlatışımda on beş tanesi birden yere devrilmişti. Keyiflenmiştim.

"Salak! Gelsene şuraya!" diye seslendiğini duymuştum Frode'nin birden.

"Niye seni dinleyeyim?" diye yanıtladım alaylı bir şekilde.

"Şuraya bir kalkan da sen koy da onları itelim hadi!"

"Aman be..."

Frode'ye ulaşamadan, İngilizler karşı saldırıya geçmişti bile. Bizimkiler ben onlara yetişemeyince... Gerisi aklımda pek net kalmadı maalesef. Üzgünüm. Hatırlamak bile istemiyorum. Hani, utanç verici olmasından mı desem, yoksa o anki kaostan dolayı mı desem bilemedim. Hatırlamıyorum diyerek geçiştirmek şu an benim için en kolayı gibi gözüküyor.

Frode

Arne'nin aptallığı yüzünden başımıza gelenlerin bu olduğuna inanamıyorum. Biliyorum, belki onun kadar güçlü değildim ama şükür ki onun gibi aptal da değildim. Aklım vardı en azından. Onun kafasının içinde beyin bile olduğundan şüphe etmiştim savaş sırasında. Aslında o kadar basit bir sebepti ki bu. Savaşın ortasında ben düşüyorum -ki gayet normal bir şey- o ise kalkıp bana gülüyor. Sıkıntı burada bana gülmesi değil, hayır. Bir Viking asla bundan dolayı sinirlenip alınmaz, kendisi de güler. Ancak her şeyin bir zamanı vardır. Savaşın ortasında savaşmayı bırakıp benimle ilgilenmesine o derece sinir olmuştum ki, en yakın dostumdan daha önce bu kadar nefret ettiğimi hatırlamıyordum.

Hızlıca kalkıp diğerlerinin arasına katıldığımda o hâlâ düşmanlara kafa tutuyordu. Kalkan duvarı yapıp onları iteriz diyerek plan yaptığımız sırada onun umurunda bile değildik. Kafayı yeme derecesine geliyordum ki diğerlerinin de aşağı yukarı benim gibi düşündüğünden şüphem yoktu. Ancak onların benim kadar sinir olduğunu zannetmiyordum. Çünkü onlar için Arne, benim için olduğu kadar önemli bir şahıs değildi. Onun hem bize hem de kendisine bu derece bir zararda bulunacağını öngörememesi beni sinirlendirmenin yanı sıra üzüyordu da. Çünkü sonra kendisinden utanacaktı bu saçma davranışı için.

O gün İngiliz topraklarından mağlup olarak çıktık. Ejder gemilerimize atlayıp memleketimize elimiz yarı boş olarak döndük. Yarı boş diyorum, çünkü İngilizler ganimetlerimin yarısını bizi oyalarken çalmıştı. Yine de bizim için bir mağlubiyetten başka bir şey değildi bu. Bütün ganimetlerle gemilerimiz ağzına kadar dolu olarak dönebilme şansımız vardı. Eğer Arne daha akıllı davransaydı bunlar başımıza gelmezdi. Birkaç adamımızı da kaybetmiştik. Gerçi onlar bizim için sıradan "adam" diyerek geçiştirebileceğimiz tipler değillerdi, kabilede kimse sıradan değildi. Yoldaştık sonuçta. Omuz omuza savaşmıyor muyduk?

Gemilerle eve dönerken kimseden çıt çıkmıyordu. Ne bir şarkı, ne bir şiir, ne de zafer çığlıkları vardı. Rahatsız olmuştum bir yandan kaşlarım çatık bir şekilde kürek çekerken. Arne de hemen önümde kürek çekiyordu. Ona arada içimde belli belirsiz yanıp sönen bir kinle baktığımın farkında bile değildim, ona olan bu kindar bakışlarımı daha sonrasında soran ise yanımdaki Leif olmuştu.

Ona kızgındım ama kindar bakmak elbette başka bir boyuttu. Kinlenmiş olabilirdim, bundan emin değildim. En azından bir gün bile olsa en yakın arkadaşıma kinlenmiştim yani, ne vardı ki bunda...

ÖRNSMÁL [Kartalın Sözleri]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin