Jungkook, minik ellerini birleştirdi. Lütfen sözcüklerini ardı ardına sıralıyordu. Başını önüne eğdi. Her zaman yaptığı şeydi. Alışmıştı.
''Odana geç dedim. Hemen! Masaya gelmeyeceksin. Yemekte yalnız olacaksın. Anlaşıldı mı?'' Jungkook, yavaşça başını salladı. Gözlerindeki yaşları kolunun tersiyle sildi. Onun bu dengesiz tavırları, canını sıkıyordu artık. Doktorlar konuşurken duymuştu. Neydi? Bi...bipo...bipolar.
''Ne bekliyorsun? Hadi.'' Masmavi, parlak kapısının tokmağını çevirdi. Battaniyesinin altına girdi. Tavanındaki All Might* posterine baktı. Kahraman olmak isterdi hep. İlk önce, annesini o sürekli aldığı ilaçlardan kurtarmak isterdi. Kapısının kilitlenme sesini duydu. Ardından babasının sesini.
''Jungkook, nerede?'' Annesi sinirle soludu.
''Fazla yaramazlık yaptı. Odasından çıkmayacak bugün.'' Onun duyması için biraz daha yüksek sesle konuşmuştu.
''Anne, anne bir daha yapmayacağım. Lütfen, çıkart beni.'' Yalnız başına kalmaktan korkardı.
Ses gelmedi. Jungkook, şiddetlenen gözyaşlarıyla camdan dışarı baktı. Yağmur yağıyordu. Bulutlar da ona eşlik ediyordu demek. Yalnız değilim diye düşündü.
Renkli boya kalemlerini çıkardı. Bulutları çizecekti. Gri kalemini alıp bulutları boyadı özen göstermeden. Mavi renkle damlaları çizdi. Çizmesine gerek bile yoktu aslında. Gözlerinden akanlar kağıdın üstünde belirmişti. Uzakta güvercine benzer bir kuş gördü. Heyecanlandı. Eğri büğrü kanatlarını çizdi. İşte o sırada, kendi hüzün resmine davetsiz bir misafir girmişti. Yukarıdan düşen bedenle yerinden sıçradı. Hızlıca aşağı baktı. Babasının gözü gibi baktığı Hyundai arabasının üstünde, annesi vardı. Eline aldığı kalemle resmini kırmızıyla karaladı. Hüzünün üstüne hüzünü çizdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
loovle translate み rosekook
Teen Fictionseni kaybetmek beylikdüzü'nde yaşamak gibi. ne yazık ki ikisi de hayatımın gerçekliği. öyle deme n'olursun.