Sevgilim, Biriciğim, Zhan;
Nasılsın, ne yapıyorsun? Neredesin? Haberler geliyor buraya, cephenin köyümüze yaklaştığını söylüyorlar. Yani yakınımda olmalısın, değil mi? Ah, ne çok özledim seni... Güçsüz düştüğüm her an seni anarak ayağa kalkıyorum. Ama adın yetmiyor bazen... Gözlerinin, ellerinin, göğsünün sıcaklığını arıyorum çaresizce.
Bir yıl geçti... Bin yıl geçmiş gibi geldi bana. Bazen korkuyorum... Ya bin yıl geçerse? Ya geri dönemezsen sevgilim, o zaman ne yaparım ben? Zhan'ımın kokusunu duymadan nasıl dayanırım, ellerini ellerimde hissetmeden nasıl yaşarım?
Gönderdiğin mektupları yastığımın altında saklıyorum, biliyor musun? Kabus gördüğüm zaman gaz lambamı yakıyor, bana yazdığın satırları okuyorum; ağlamaktan uyuyakalana dek defalarca mektuplarını elimden geçiriyorum. Yenilerini yazmayacak mısın? Biliyorum, cephede hayatın çok zor olduğunu söylüyorlar... Oradan oraya koşturmaktan, sığınmaktan, eğitim yapmaktan fırsat bulamıyorsundur ki eline kalem almaya.
Sahi, sürekli sorup duruyorum; biliyorum ama... Nasıl bakıyorlar sana orada? Halktan askerler için erzak topluyorlar bazen, evimdeki her şeyi veriyorum. Güzelce yemek yiyorsunuz, değil mi? Çok zorlamıyorlar seni, değil mi?
Zhan, kaç insanın katili oldun?
Suçlamıyorum seni... Elbette, seni her halinle seveceğimi biliyorsun. Ama Zhan, her mektubumda soruyorum sana, hiçbirinde söylemiyorsun. Ben seni suçlamam ki... Soruyorum sadece, devlet seni kimlerin katili yaptı diye. Yalnızca... Dualarıma öldürdüğün insanları da ekleyeceğim, ve bizi affetmelerini dileyeceğim... Bu nasıl mümkün olabilirse artık.
Bana kızmaman ve endişelenmemen için biraz da kendimden söz edeyim. Daha önce de dediğim gibi, arkadaşlarımız bana yardımcı oluyorlar, alınacakları benim için alıyorlar; acil bir durumum olduğunda hemen yetişiyorlar. Okuma yazma bilmeyen insanlara öğretmeye çalışarak, onların mektuplarını yazarak biraz para kazanıyorum. Bazen atların eyerlerini, üzengilerini tamir ediyorum. Para konusunda hiçbir sıkıntım yok, zaten geride bıraktıkların da yetiyor bana.
Tek bir eksiğim var... Sen. Ve o eksik de bütün hayatımın bomboş olmasına yol açıyor.
Ah, Zhan, Zhan'ım... Delice özledim seni. Veda etmeden önce tenime bıraktığın öpücükleri hatırlayarak kendimi avutmaya çalışıyorum. Dudaklarının izlerini hala hissediyorum dudaklarımda... Kendime iyi bakmam için iyi bir sebep bu, üzerinde senin izlerini taşıyor olmam. Döndüğün zaman beni güçlü görmek istersin diye salmıyorum kendimi, hep dik tutuyorum omuzlarımı. Geleceksin, sarılacaksın bana sımsıkı; ruhumu esir alacaksın yeniden ve boşluklarımı kendinle dolduracaksın.
Bir tanem..."
Mektubunun tam ortasında Wang Yibo'nun duraksama sebebi yakınlardan gelen sesler olmuştu, bir anlık dikkati dağılıvermişti işte. Kalemini mürekkebin içine daldırıp gözlerini dizelerin üzerinde dolandırarak anlatmadığı bir yer olup olmadığına göz attı, dokunsa ağlayacak durumdaydı. Yeniden kalemi kağıda buluşturarak özlem dolu satırların yenilerini ekledi bir süre.
Yibo'nun bedeni acıyla büzülmüştü, alt dudağını ısırıyordu. Kalbinin hasreti gözlerine vurdukça yaşlar süzülüyordu yanağına ve hiçbirini tutamıyordu. Keşke sevgilim yanımda olsa da bunları ona kendim söyleyebilsem, diye düşündü bir an için; iç çekti umutsuzca.
O an onu yazmaktan yeniden alıkoyan şey duyduğu yüksek sesli bir kişneme olmuştu, Yibo irkilerek doğruldu sandalyesinden. Ses çok yakınından geliyordu, sanki evinin önünde gibiydi. Masaya yasladığı değneğini aldığı sırada aynı kişneme sesi tekrarlanmış ve Yibo'nun daha fazla panik yapmasına yol açmıştı. Bu ses tanıyordu... Kalbi yerinden çıkacakmış gibi attı o an. Malky'nin sesi bu... Zhan'ım mı geldi yoksa?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Atlantis [Yizhan]
Fanfiction"malky... zhan'ıma iyi bak ve onu yine sırtında geri getir, olur mu?"