Kaan eve geldiğinde kendisini karşılayan sessizliğe alışmıştı artık. İlk zamanlardaki gibi boğucu gelmiyordu ya da buradan kurtulmak için kendini barlara atmıyordu. Bu sessizlik Deren'i hatırlatıyordu ona. Nasıl dayanılırdı sessizliğe? Haykırmak istedikleri nasıl batmazdı canına ? Sesini duyuramamak nasıl yakardı canını ? Yanmasın artık... Zaten yanmamış mıydı canı bu zamana kadar... Artık yanmamalı... Bir çözüm üretmek istedi genç adam. Kurtarmak istedi Deren'i bu sessizlikten. Neden böyle hissettiğini bilemedi ama olsun kurtulmalıydı genç kız.
Deren ise kitabını okuyordu sessizliğinden memnun... Kimse rahatsız edemiyordu onu, bu büyük bir nimetti. Kendini kitaba kaptırmış, yaşıyordu sayfalarda. Bir ağlıyor, bir gülüyor... Belki aşkı tatıyor, belki nefreti... Her satırda farklı bir duygu kaplıyordu benliğini. Kitabı bitirip başını kaldırdığında takvime takıldı gözleri. Yarın, yarın olmamalıydı. Güneş doğmamalı, uykum beni yarın terk etmemeliydi. Ama olmadı.
***
Bugün de sabah olmuş anne... Beni uyandırmadığın kaçıncı sabah bu...
Seni özledim anne!
Neden bıraktın beni? Seven hiç terk eder mi ? Ben hiç kopamadım senden. Bak yanındayım yine. Saçımı okşayamıyorsun ama... olsun... Bak toprağını okşuyorum ben.
Çiçek de getirdim.
En sevdiğinden.
İki gül fidanı var başucunda. Biri beyaz, diğeri kırmızı. Vazgeçemediklerinden. Seni hiç yalnız bırakmayanlarından.
Rengarenk menekşelerini de diktim toprağına. Senin yokluğunda onlar da soldular hep. Dayanamadılar sensizliğe. Benim gibi. Onları da getirdim yanına. Can suyuydun sen onların. Seni hissedince canlandılar yine. Yaprakları nasıl ışıldadı bir görsen.
Ben o günden sonra ışığımı kaybettim anne. Bulamıyorum hala. Sesimi de kaybettim bak, susmam için gitmen gerekiyormuş demek ki. Bunun için susmamışım hiç demek ki. Her "sus" dediğinde inadına konuşmuşum. Gitmenden korkmuşum işte anne. Konuşsam döner misin ? Dönmezsin, dönemezsin. Bu yüzden çıkmıyor işte sesim. Seninle birlikte ben de öldüm anne. Kaybettim her şeyimi.
***
Okuldan sonra hep geldikleri kafeye geldiler yine. İkisi de durgun. İkisi de yasta. Hiç konuşmadılar o gün. Yaslarına ortak bir kahve, yalnızlıklarına ortak birbirleri. Arada gözyaşları eşlik etti onlara. İkisi de sormadı nedenini. Biliyorlardı, hissediyorlardı acıyı en ücra köşelerinde. Birbirlerine yaslandılar. İkisinin de acısı büyükken, kendilerine yetemezken, diğerine destek olmak istediler. Oldular da... Nasıl azaldı bu acı anlayamadılar. Diğerine destek vermek isterken kendileri destek aldılar.
Konuşmalarına gerek yoktu onların. Hala gözleri konuşuyordu ya, yetiyordu işte bu. Duvarlar yoktu gözlerinde. İfadesiz değildi hiç biri. Perde yoktu aralarında. Hissediyorlardı tüm duygularını en çıplaklığıyla. Gözleri anlatıyor, elleri anlatıyordu. Her şeyiyle konuşuyorlardı işte ağızlarını kullanmadan. Seslerini çıkarmadan.
Eve geldiklerinde ise ikisi de kendini yataklarına atmışlardı. Artık en büyük destekçisi yastıklarıydı. Bir de yalnızlıkları vardı yanlarında. Bugün o da destek oluyordu kendilerine.
***
Deren, tüm gece sessiz gözyaşlarını dökmüş, gözyaşlarının ıslattığı yastığında uyumuştu. Sabah şiş gözleriyle yatağından kalkıp hafif makyajla yüzünü daha normal hale getirdi. Kahvaltıya indiğinde herkesin neşesinin yerinde olduğunu fark etti. Onlara bakmadan birşeyler atıştırdı, nasıl olsa seslerini duymuyordu.