Çaresizlik.
Jeon Jungkook tüm benliğiyle en dibi hissediyordu.
Kimsenin göremediği en dipte çaresizlikle sevişiyordu. Kulaklarına daha fazla ne kadar ileri gideceğini soruyor, kıkırdamasını dinliyordu.
Elindeki çantaya sarılır bir şekilde küçük kirli dünyaya adımını attı. Bağırışlara karşı kahkahalar, yenilgiye karşı zaferler, yıkılan hayatlar ve yeni umutlar...
İnsanlar birbirlerinin hayatlarını mahvederek hayatlarını kazanıyorlardı. Parası olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayrılıyordu bu dünya. Kağıt kadar keskin bir ayrımdı.
Derin bir nefes alarak duvara sırtını verdi. Gördüğü kadarıyla kendi yaşında kimse yoktu. Herkes oldukça büyüktü.
Nasıl buraya geldiğini düşündü. Başka şekilde de para kazanılabilirdi. 'Ama bu kadar hızlı kazanılamazdı.' İçten içe kötü bir fikir olduğu sarmaşık gibi beynini sarsa da boşuna mı bu kadar uğraşmıştı?
Bu gece buradan çıktığında en azından aç kalmamayı umuyordu. Yanında parası yoktu, bahis olarak sahte şeyler ortaya atacaktı.
Elindeki desteyle kaybetmeyecekti ve kaybetmeyeceği sürece sahte şeylerin önemi yoktu. Üzerinde düşünmüş, kaç kere prova yapmıştı. Kazanacaktı. Sadece dikkatli olmayan ve sunduğu koşulları kabul eden birini bulmalıydı.
Okul süresince ev kirasını ve temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar kazansa asla fazlasını istemez, sevinçten ne yapacağını bilemezdi.
İnsanların oynayışlarını inceliyor ve kriterlerine uygun birini bulmaya çalışıyordu. Ağız dolusu küfürler, adamlara değil paralara kur yapan kadınlar, pişmanlıklar Jungkook'u buraya ait hissettirmiyordu.
Oldukça zengin görünen -bunu altın dişlerine bakarak anlayabilirdiniz-, takım elbiseli, koskocaman duran adam, krupiye "Hile!" diye bağırdığı an karşısındaki adamın boğazına sarıldı. Jungkook nefes nefese izliyordu, yardım edemezdi. Krupiyeler silaha izin vermiyordu girerken ama silah olsaydı adamın ölümü daha acısız olurdu. İnsanlar boş gözlerle yerde yatan bedeni izlemiş, omuz silkip önlerine dönmüştü. Adam ölmüştü ve kimse bir şey yapmamıştı. Tüyleri diken diken olmuş, kalbi büyük bir korkuyla atıyordu. Elleri titriyor ve gözleri odağını kaybetmiş gibiydi.
Kendisinin de yaptığı anlaşılırsa kim bilir rakibi nasıl bir ölüm hazırlamıştı ona?
''Park Jimin yine kaybetti!'' Krupiye olduğunu düşündüğü garson kıyafeti giymiş adam bağırınca merakla kalabalığa doğru ilerlemeye başladı.
Önüne kırmızı halı serilmiş de ölümüne gidiyor gibi hissediyordu.
Yolunun üstündeki insanlara çarpıyor, özür dilemesine fırsat verilmeden küfürler işitiyordu. Bir eliyle çantasını tutarken diğer eliyle kalabalığı yardı ve kahverengi masada karşılıklı oturan iki adama baktı.
Biri esmer tenliydi, üstünde yırtık kıyafetleri vardı. Saçları dağınıktı ve üstü kirli duruyordu. Adamın gözleri dolu doluydu ve onu kendi hali değil de karşısındaki adam ağlatmış gibiydi.
Jungkook'un bakışları ürkekçe diğer adama döndü.
İlk olarak at kuyruğu yaptığı pembe saçları ve sırıtışını lezzetlendiren dolgun dudakları dikkat çekiyordu. İşte bu 'Küçük dünyanın yasak meyvesi'ydi.
Park Jimin aldatıcı bir tanrıydı, yasak meyve ise bedeniydi. O varken şeytana gerek yoktu.
Saten beyaz gömleği omuzlarını ve köprücük kemiklerini örtmek gibi bir hata yapmamış, belindeki siyah deri korse ne kadar ince olduğunu vurguluyor gibiydi.
Güzel boynuna sarılı ince, siyah bir kumaş vardı. Kumaşı yırtarak boynunu tamamen açıkta bırakma isteğiyle dolup taşmıştı.
Yanakları patlamaya hazır bir gül tomurcuğuyken, gözleri utanmazca karşısındakini süzüyordu.
Elindeki siyah dantel eldiven içini mayhoşlaştırmıştı.
Pembeli önündeki fişleri dudaklarını ısırarak itti. Kalabalığın sebebini her saniye daha iyi anlıyordu çünkü bu adama karşı koymak imkansızdı.
Herkese büyüsünü yapıyor ve onları yanına çekiyor gibiydi. Ama neden fişleri itmişti? Kazanmamış mıydı?
"Ah... Kaybettim değil mi? Ama bu-" İşaret parmağını köprücük kemiğinde yavaşça gezdirdi.
Beyaz teni siyah dantelin altında inliyor gibiydi.
"Eğlendiğim sürece sorun değil." Bir çanta dolusu para kaybediyordu ve sadece eğlencesini mi düşünüyordu? Ya çok parası vardı ya da kaçığın tekiydi. Herkes yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Çünkü biliyorlardı ki Park Jimin oynamadığı sürece etrafında birilerinin olmasını istemezdi.
Park Jimin sarhoşluğundan yavaş yavaş sıyrılmaya çalışıyorlardı.
Ama bakmazken bile tapılası gülüşü bu dünyayı sarınca diz çökmekten başka yapılacak bir şey yoktu.
Gözleri dolu olan adam para dolu çantayı alırken ağlamaya başladı ve sevinç çığlıkları atarak dışarı koştu.
Jungkook para dolu çanta gidince kendine gelmek adına boşta olan eliyle yüzünü sıvazladı.
İlk bakışta pembe saçlı adam buraya ait değil gibiydi ama şimdi buranın tanrısı olduğuna yeminler edebilirdi.
Aklındakine odaklanmalı ve Park Jimin'de kendini kaybetmemeliydi. Paraya ihtiyacı vardı. Etrafına baktığında Park Jimin tek kaşını kaldırmış onu süzüyordu. Etrafında Jungkook'tan başka kimse kalmamıştı. Bu çocuk onun kurallarını bilmiyor muydu? Jungkook ise hayran kalmıştı. O kaybediyor ve sadece eğleniyordu.
Jungkook aradığı kişiyi bulduğunu hissetti.
"B-ben Jeon Jungkook. Ve sizinle bir oyun oynamak istiyorum."
-
Kakegurui animesinden sadece üç oyun aldım. Hile de animeden. Ve'kumar bağımlısı' kişiliğini kendime göre yoğurdum. Anime için herhangi bir spoiler yok. Konu bana ait. Umarım beğenirsiniz.Jikook'la kalın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kakegurui | jikook
Fanfiction''O bir kumar bağımlısıydı.'' - Yetişkin içerik,, Kumar, dirty talk ve cinsellik bulundurabilir. Lütfen bunu göze alarak okuyun. Kakegurui animesinden ilham alınmıştır. @darknessou 'a ithaf edilmiştir.