1

309 33 44
                                    

"Bana hikâyeni anlat."

"Qing hanedanlığı döneminde genç bir imparator, Dong Xian adında genç ve yakışıklı bir adama âşık olur."

Üst üste koyulan tabakların birbirine çarptıklarında çıkarttıkları o iç kabartan ses, her saniye ezberimde yankılanıyor ve beni, bitmek bilmeyen bir sesler döngüsünün içerisine itiyordu. Kızgın yağların içerisine atılmış olan etler, ardı arkası kesilmeyen bir şekilde ocaklarda yerlerini alan tencerelerin içinde kaynayan sular, istenen kıvama ulaşıncaya dek haşlanan erişteler ve benim, asla yavaşlamanın baş harfini bile tadamayacak olan hızlılığım, bir araya gelip zihnimdeki tabak sesleriyle birleşerek bir orkestra sahnesi sunuyorlardı bana. Her saniye başka bir telaşın içine sürükleniyordum ama işimi yapmakta olduğumdan dolayı pek bir yakınma fırsatı vermiyordum kendime, yapmak zorunda olduğumu biliyordum.

Günlerden çarşamba, aylardan ise marttı. Bir bahara girişi selamlarken ben, üç senedir çalışmakta olduğum Çin restoranında, masalar arasında geziyor ve boş tabakları alıp önümde ilerletmekte olduğum tabak taşım arabasına koyarak işimi yapıyordum. Çalışmakta olduğum restoran, Amerika'nın kuytu köşelerinden birinde bulunmasa bile pek fazla bilinen bir yer de değildi. Bundan dolayı küçük bir yerdi, küçük bir yer olduğundan dolayı da iki garson olarak işimizi yapıyorduk. Benden başka burada garsonluk yapan kişi Mei idi, genellikle sipariş alır ve mutfak kısmı ile ilgilenirdi arada. Ben ise müşterilere siparişlerini götürür ve masa toplamak ile ilgilenirdim. Aslında restorandaki birçok şey bana bakardı, buradaki herkesten daha uzun süre çalıştığımdan dolayı birçok şeyi bilirdim ve onları yapmaktan kaçışım olamazdı.

"Seonghwa, telefona bakabilir misin?" Sipariş almakla ilgilenen Mei'nin sesini duyduğumda mutfaktan çıkmaktaydım, yine bir bulaşık sürüsünü mutfağa teslim etmiştim ve Mei'yi kendimce onayladıktan sonra delicesine çalmakta olan telefona cevap verdim.

"Alo, buyurun, Lucky Dragon Çin Restoranı!" Telefonla da sipariş alıyorduk ve onları teslim etmek ile de Mei ilgileniyordu. Sipariş teslim etmek olsa bile dışarılara çıkmak ile ilgilendiğim söylenemezdi. Kısacası, bu restoran evim gibiydi ve günümün çoğunu burada geçirmeye mahkûmdum.

"Sipariş vermek istiyordum." Hattın karşı tarafına başka ne için arayabileceklerini sormamak için kendimi tutarken hattın karşısındaki görmese bile başımı onaylar anlamda salladım. Bu sırada da ahizeli telefonun yanında birikmiş olan fatura mektupları gözüme çarpmıştı, onları açmak için masanın üzerinde duran bıçağı aldım elime. Bir yandan hattın karşısından elimizde olan yemekleri soran müşteriyi cevaplıyor, bir yandan da elimdeki bıçakla hızlıca mektupların kâğıdını yırtarak içlerinden çıkan faturaları inceliyordum. Aklım çok karışmıştı, faturalardaki sayılar ve müşterinin bana demiş oldukları birbirine giriyor ve zihnimdeki yok oluş kazanının içine atlıyorlardı. Bu, bir kulağından girip diğer kulağından çıkma tabirinin süslü hâliydi ve bu sefer işin içinde gördüğüm görüntüler de vardı.

"Siktir." diye dudaklarımdan bir mırıltı yükselirken elimden zemine akmakta olan kana baktım. Acelemden ve kafa karışıklığımdan dolayı bıçak, açması gereken kâğıtta gaza gelmiş olacak ki elime de bir dokunmak istemişti ve neredeyse elimi yarmıştı. Kâğıtlara kan gelmemesi için onları masanın üzerine geri koyarken bazılarına göre mide bulandırıcı olan bir alışkanlık ile kan akan yeri dudaklarıma götürdüm, metalik tat dudaklarımdan sızıp ağzıma doluştu.

"Pardon?" Ben, şimdi kanların yer almakta olduğu dudaklarımın arasından küfrü kaçırırken hattın diğer ucundaki müşteriyi unutmuştum ve yapmış olduğum hatadan dolayı dudaklarımın arasından özür kelimeleri yükseldi bu sefer.

𝐊𝐢𝐬𝐬 𝐨𝐟 𝐭𝐡𝐞 𝐑𝐚𝐛𝐛𝐢𝐭 𝐆𝐨𝐝Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin