4 • SON

117 23 20
                                    

"Sonra ne oluyor peki?" Hongjoong'un elleri, bir kez daha saç tellerime dolandı. Bacaklarına kafamı koymuştum ve kendimi görüntü olarak onun kolları arasına bırakmıştım. Benden hikâyesini anlatmasını istemiştim ancak anlatmakta olduklarının hikâyesi olduğunu sanmıyordum. Geçmişin yasakları arasında yüzmeye çalışıyor gibiydik, anlattıklarının gerçek olup olmadığını bile bilmiyordum.

"Bunun üzerine imparator kılıcını alır ve en değerli kraliyet kıyafetinin kollarını keser." Bunu demesi ile hızla Hongjoong'un bacaklarından kaldırdım kafamı ve oturduğum yerde dikleştim. Her ne kadar Hongjoong bana hikâyesini anlatmıyor olsa bile anlatmakta olduğu şeye kapılmıştım ve imparatorun bunu yapmasını asla ama asla beklemiyordum.

"Sırf yasalar onlara izin vermiyor diye kaçıyor, öyle mi? İmparatorun bu yaptığına korkaklık denir yalnız." Hongjoong, ortaya atılmam ile gülümsedi ve saçlarımda gezinen elini bu sefer yanağıma koydu. Bana dokunan her bir uzvu, bende tarif edilemez etkilere sebep oluyordu ve ben, bu etkilerin bu derece yoğun olmasına hiçbir anlam veremiyordum.

"Evet, kaçıyor ancak kaçmazsa ikisi de ölecek. Sevgilisinin yaşaması için yapmış olduğu bu şeye korkaklık değil de fedakârlık denmez mi sence?" Bu sorusu, her ne kadar imparator için empati yapmama sebep olsa bile yine de bir tarafım imparatorun bu yaptığını korkaklıktan başka bir şey olarak görmüyordu. Başımı onaylamaz anlamda salladım, Hongjoong'a katıldığım söylenemezdi. "Pekâlâ, sen korkaklık olarak düşün o zaman. Geçmişte de böyle düşünmüştün ne de olsa." Bu kelimeler ile kaşlarım, benden bağımsız bir şekilde çatıldı. Ne demek istiyordu?

"Ne?" diye fısıldayarak yakınmam ile Hongjoong, her zamanki gülümsemesini takınarak başını iki yana salladı ve bana doğru eğildi. Nefeslerimizin birbirine karışır bir hâle gelmesi ile bir anlığına nefes almayı unuttum, kendimce tuttuğum nefesimi ise dudaklarıma erişen yumuşak dudaklar ile vermeyi hatırladım.

Cevapsız kalan sorum, nedensizce o an beni rahatsız etmedi ve birbiri ile uyumlu bir dansa girişen dudaklarımıza bıraktım kendimi. Devam etmek istiyordum, bu sefer Hongjoong gitmesin istiyordum. Kendimi tanımak, ne istediğimi anlamak istiyordum. Aramızdaki çekimin garipliği ve her birlikte oluşumuzda kafamda dolanan Tu'er Shen'in silüeti, bir şekilde zihnimde cevaplara kavuşmalıydı. Öpüşmemizden dolayı kapanan göz kapaklarımda yine ışıklar parladı ve o tanıdık, karın ağrıtan çanların sesi zihnimde yankılandı. Yine aynı yerdeydik, Tu'er Shen'in yerinde Hongjoong vardı ve ben, geleneksel kıyafetlere bürünmüş bir hâlde onun önünde duruyordum. Hongjoong bana yaklaştı, o sırada tüm görüntüler gitti ve gerçekliğe döndüm.

Nefes nefese kalmış bir hâlde, yine Hongjoong'u ittim ve oturduğum yerden kalkarak Hongjoong'dan uzaklaştım. Görüntülerin garipliğinin yanı sıra her görüşümde içime dolan, anlamsız hisler de Hongjoong ile yaşadığım o anı durdurmama sebep oluyordu. Hongjoong, nefesini düzene sokmaya çalışırken başını arkasında bulunmakta olan kırmızı fayanslara dayadı ve her zamanki gülüşü ile bana bakmaya başladı. Neler yaşamakta olduğuma anlam veremiyordum. Anlam veremeyişlerim de dengesiz hareketlerime sebep oluyordu.

"Üzgünüm ancak ne zaman öpüşsek çok değişik görüntüler görüyorum. Bu görüntüler de üzerime üzerime geliyor ve ne yapmam gerektiğini kestiremiyorum." Hongjoong, dediklerime karşılık başını onaylar anlamda salladı ve oturduğu yerden kalktı. Onun da ne yapmakta olduğunu anlayamıyordum. Hongjoong hayatıma girdiğinden beri denge diye bir şeyin varlığını unutmuştum, mahvolmuştum. Hongjoong, ayağa kalktıktan sonra yavaş adımlarla yanıma geldi ve parmaklarını koluma dokundurdu, bir elektriklenmeyi hissettim içimde. Daha sonra ise Çin karakterleri ile bürünmüş olan parmakları omzuma çıktı, dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdı, bir fısıltı dalgası oluştu aramızda.

𝐊𝐢𝐬𝐬 𝐨𝐟 𝐭𝐡𝐞 𝐑𝐚𝐛𝐛𝐢𝐭 𝐆𝐨𝐝Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin