"Bir gün, sabahın erken vakitlerinde imparator, Dong Xian'ın hâlâ onun kolları arasında uyuyup uyumadığını görmek için uyanır."
Zaman çabuk geçmişti ve yine bir iş gününün sonuna gelmiştim, sanki hiç çalışmıyormuşum gibi bana verilen ve asla ardı arkası kesilmeyen görevleri ve edilen sözleri yutmaya çalışıyordum. Aynı zamanda bu sefer heyecandan değil, fazla çalışıp hareket etmekten dolayı terlemiştim ve ertesi gün kullanılacak olan etlerin bulunduğu tepsiyi kaldırıp dolaba koyduktan sonra kapattığım dolap kapağına yaslanıp iki dakika soluklanmaktan kendimi alamadım. Evet, küçük bir yerde çalışıyordum ancak küçük olmasının getirisi ile az kişinin çalışmakta olması, bir kişinin üzerine düşmekte olan iş yükünü fazlalaştırıyordu.
Nefes nefese kalmış bir hâlde dolabın kapağına yaslanmışken yine ve yine, son birkaç saatte gözümün önünde olduğu gibi o kırmızı saçlar ve beden, tam gözümün önünde belirmişti. Anlatılamaz bir kırmızıydı beni çeken; hafif bir parlaklık süslemekteydi onu, bir ortama girse illa dikkat çekerdi, benim de kalbimi çekmişti ve koskoca Tu'er Shen'in önünde eğilmemek için kendimi zor tutuyordum. Tu'er Shen'in hikâyesini bilmezdim ancak o tapınağın nasıl bir ibadet amacıyla var olmakta olduğunu bilirdim ve şimdiki durumda olan ben için bu tapınma işlemi cazip geliyordu.
Dolap kapağından kendimi çekip devam etmek zorunda olduğum işime geri döndüm. Daha yapılacak birçok şey vardı ve restoranı benim kapatıyor olduğumu da unutmamak gerekirdi. İki dakikalık bir soluklanma molasından sonra işime tam hız geri döndüm, zihnimdeki kırmızılıkları atamasam bile kendimde kalmaya çalışıyordum ve ortalıkta bulunmakta olan kutuları bir kenara yığıp yolumu açarken restorandan tek tek ayrılmakta olan çalışanlara da bir bakış atıyordum.
"İyi geceler, fazla geçe kalma." dedi Mei, eşyalarını toplamış bir şekilde restorandan ayrılmaya hazırlanmışken. Ben de bu sırada yerleri paspaslama işine girişmiştim, Mei'nin dedikleri ile duraksayıp başımı onaylar anlamda salladım.
"Sana da iyi geceler." deyip kelimelerimden sonra restorandan çıkan Mei'nin arkasından baktım. Şimdi tamamen boşalmıştı restoran, ben de yerleri paspasladıktan sonra buradan ayrılıp evime gidecektim. Saate baktığımda her saniye bir yarış içerisinde olan akreple yelkovan, bakış açıma saatin gece yarısına vurmakta olduğunu gösteriyordu. Her gün bu şekilde olduğundan saatin bu derece geç olmasına takılmadım ve yerleri paspaslama işime geri döndüm. Omuzlarımın üzerinde yatmakta olan yorgunluk, her günkü gibi bugün de biraz daha bekleyebilirdi.
Yarım saat sonra işimi bitirmiş bir hâlde restorandan ayrılmak için hazırlanmıştım. Elime eşyalarımı aldım ve restoranın kapısına doğru ilerledim. Yazısı dışarıya vuran, ışıklandırmalı, açık olduğumuzu belirten tabelanın ışığını da kapattıktan sonra restorandan çıkmaya yeltendim ancak bir şey beni durdurdu, birisi beni durdurdu. Tabelanın ışığını kapattıktan sonra bir bakış atmam ile dışarıyı süzerken restoranın dışında, biraz ilerisinde bulunmakta olan sokak lambasına yaslanmış bir hâlde sigarasını yudumlayan Hongjoong'u gördüm. Neden burada olduğunu veya beni süzmekte olduğunu bilmiyordum ancak içeri gelmesini istiyordum, içimdeki bu isteğe de bir anlam veremiyordum.
Restoranın kapısını açtım ve dudaklarımdaki histerik bir sırıtmayla ona baktım. Onun gidişi ile zemini öpmekte olan her şey, büyük bir hızla yerden kalkıp bendeki yerlerine otururken onun sigarasından çekmekte olduğu derin bir nefes ile ortaya çıkan elmacık kemikleri, bende yerlerine oturan şeylerin dozunu daha da arttırmıştı ancak üzerimde, sabahkine nazaran daha değişik bir etki de vardı. Damarlarımda akmakta olan cesareti hissedebiliyor, beni zorlayışı ile ondan yudum yudum tadıyordum. Gecenin etkisi midir, bunu bilemiyordum ancak Hongjoong'un ayakkabısının topuğu, onun yere atmış olduğu sigarasını ezip sigarayı külleri ile kaldırıma kazırken ben, restoranın kapısı açık bir hâlde, onun bana doğru gelmesini izliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐊𝐢𝐬𝐬 𝐨𝐟 𝐭𝐡𝐞 𝐑𝐚𝐛𝐛𝐢𝐭 𝐆𝐨𝐝
FanfictionKiss of the Rabbit God / Seonghwa x Hongjoong / Fantastik, Tarihi, Angst /+17 / 5.409 Kelime