Kimyasal Yanık | 2. Bölüm

161 25 9
                                    

Kıyamet sadece insanların ölmesi değil aynı zamanda da doğmasıyken insanlar her yeni doğan güneşe yeni kıyametlerle uyanmaktan hiç vazgeçmemişti.

İnce bir sızıyla soğuk zemine döktüğü gözyaşlarının kuruduğu vakit kıyameti tatmıştı o da. Yazın yakıcı sıcağına rağmen o gün hissettiği o ürperti yıllardır içinde hapsolmuştu. Onunkisi hiç bitmemesi istenilen bir rüyadan can havliyle uyanmak gibiydi, hem nefes nefese hem yorgun.

Artık çabalamak istemiyordu. Damarlarında akan zehre rağmen hâlâ o şeylerden birine dönüşmemiş olmasına lanet ediyordu. Belki böylesi bir acıyı öylesi bir felaket söndürebilirdi. Ama olmamıştı. Her sabah uyandığında ilk işi aynaya koşup onlardan birine dönüşüp dönüşmediğini kontrol etmekken, Tanrı biliyordu ki, o gün hiçbir zaman gelmeyecekti. Kara bir elmastı o insanlığın geleceğinde.

Bağışıklığı vardı.

Ne onlardan biriydi ne de kendi. Bu Tanrı'nın genci cezalandırma şekliydi. Çabalayacak gücü ona vermezken kaçmasını da engelliyordu. 'Zamanla alıştım' diyemiyordu çünkü o hissiyatın tam olarak neye benzediği hakkında bir fikri de yoktu. Sadece, hiç olmamış gibi davranmak ne kadar can yaksa da öyle davranıyordu, Jimin. Bu da onun, önüne ördüğü görünmez duvarıydı. Kendini herkesten saklıyordu, çünkü anlatılanlar hiç dinlenmemişti şimdiye kadar.

Yerleştiği uçurumun kenarında tüfeği omzuna sabitlerken dürbünün menzilini ayarladı kül saçlı genç. Karşı tepede gezindiklerini bildiği hastalıklı ve takırdayanları görüş alanına sokmak için ortada duran büyük demir levhaya bir el ateş etti. Tahmin ettiği gibi oltaya gelmişlerdi. Kısa bir sürede oranın temizlendiğinden emin olduktan sonra rotasını oraya çevirdi. Akşam olmadan Seattle'ın diğer yakasında olsa iyi olurdu çünkü gece vakti izcilerin en aktif olduğu zamandı. En kötü yanı ise o lanet yaratıkları görebilmesi bir hayli zordu.

Tüfeği koluna geçirip sırtına sabitlerken pistolü eline alıp pet şişelerden yaptığı susturuculardan birini ucuna taktı. Eğer bundan bir 10 yıl önce 'o elinde tuttuğun plastik günün birinde senin en büyük kurtarıcın olacak' deselerdi inanmayı bırakın kaale dahi almazdı denileni. Ama burası yeni dünyaydı ve o, burada söylenenlerin bir sözden daha fazlası olduğunu henüz çok küçükken tadabileceği en hazin haliyle anlamıştı.

Yağmur hafifçe çiselemeye başladığında tabelası yanmış bir dükkana adımladı. "En azından, dinmesini beklerken etrafta erzak arayabilirim."

Bir müzik dükkanıydı burası. Sol anahtarı işlemeli, metal kulpları paslanıp yosunlaşmış tahta kapıdan içeri adımlarken farketti. Sessizce içeride dolanıp malzeme bakındığı esnada kulağına gelen bir takırdayan sesiyle nefes alışlarını sessizleştirip adımlarını yavaşlattı. Arka odalardan birine doğru ilerlerken bir anda ayağının altında ezilen camların sesini işitmesiyle olduğu yerde kaldı genç adam. "Siktir."

İçerden aç bir şekilde salyalarını akıta akıta, yüzü tamamen mantarlaşmış ve iki gözünü de örtmüş haliyle kendisine yaklaştığını gördü. Silahına davranacakken mermilerini idareli kullanması gerektiğini hatırladı. Etrafa bir kaçış yolu için göz atıyorken o hız kesmeden çenesini gıcırdatarak sesin çıktığı tarafa, saçı örgülüye doğru gelmeye devam ediyordu. Tam o sırada köşede 'beni al' dermiş gibi duran cam şişeyi farketti.

O an ne kadar ses çıkaracağını bilse de hızla oraya ilerleyip cam şişeyi eline almıştı. Her an tetikte bekleyen yaratık da kafasını bir hiddetle örgülüye çevirince elindeki şişeyi onun hemen yanındaki camı kırılmış pencerenin pervazına fırlattı. Duyduğu camın kırılma sesi ona büyük bir zevk vermiş olmalıydı ki ellerini -ama asla normal bir ele benzemiyor- iki yana açarak sesin geldiği tarafa doğru hızla koştu. Tabii son anda hızını alamayınca aşağıyı boylamıştı. Eğildiği yerden kalktı ve camın yanına ilerleyip aşağıya baktı Jimin. Kafası aşağıdaki demir çitlerden birine saplanmıştı.

the last love ¦ jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin