"Hey! Beni bekleyecek misin?" Cam kırıkları arasında adımlarken elindeki çakısına hayatı ona bağlıymışçasına sarılmıştı.
"Amma nazlandın be Jimin. Neredeyse geldik sayılır." Önündeki kahve saçlı çocuk sırt çantasının kulplarını omzuna sabitlerken oldukça heyecanlı gibiydi.
"O halde biraz yavaşlamaya ne dersin, Bay Çok Bilmiş."
Bunu duyan çocuk bulundukları yıkık binanın duvarlarına tatlı bir kıkırtı sundu.
"Ne? Hızlı mı? Sen ona 'benim bacaklarım kısa seninkilere yetişemiyorum' desene. Dikkatli ol her an bir kaplumbağaya dalga konusu olabilirsin."
Jimin arkasındayken dalga geçercesine ağzını oynatıp kahve çocuğa gözlerini devirdi. Yıkılmış bir kolonun altından sürünerek geçtiler. Ayağa kalktıktan sonra köşeden bir tuğla kaptı. Bu 'yeni dünya' da küçük şeylerin büyük olaylara etkisini adı gibi biliyordu Jimin.
"Hey! Sen de dikkatli olsan iyi edersin seni her an bir takırdayana akşam yemeği olarak sunabilirim. Bilirsin, ne kadar kör de olsalar senin gibi geveze birinin yerini kolayca bulurlar ya da ben bu konuda onlarla zevkle işbirliği yaparım." diyerek elindeki tuğlayı havaya atıp geri yakaladı.
Jimin'in lafı bittiğinde kahve çocuk hızla aralık kapıdan içeri sıyrıldı.
"Ne o? Korkuyor musun yoksa?" Gözlerini büyütüp, gözüne düşen kahkülleri arasından etrafı bir kolaçan etti Jimin. Şimdiye kadar herhangi bir hastalıklıya rastlamadıklarına sevinmesi saçmalık olurdu. Fırtına öncesi sessizlik kokuyordu etraf ve bu durum pek hoş sayılmazdı. Yakasındaki feneri açtı ve ardından o da aralık kapıdan içeri adımladı.
İçerisi eski dünyanın moloz yığınlarına sahiplik yapıyor gibiydi. Ve şu an eski dünyada yaşıyor olsalardı Jimin karşısındaki atlı karıncalardan birinde yerini almıştı. Belki bir de pamuk şeker alırdı kendine. Ama şimdi ne pamuk şeker vardı ne de onu yiyecek çocuklar. Jimin uzun süredir karantinanın ev sahipliği yaptığı çocuklardan biriydi ve en son ne zaman bir şeker yediğini bile hatırlamıyordu. Ve şimdi devasa bir oyun alanının ortasındayken bir pamuk şeker ya da patlamış mısır fena olmazdı.
Etrafa biraz daha göz atarken kahve çocuğu görememişti.
"Şey, gerçekten seni yem ederim diye korkmuyorsun değil mi? Ah hadi ama, takırdayanların bile bir damak zevki olduğuna eminim. Endişelenme senin free pass hakkın var." seslense de bir geri dönüt almamıştı.
Aniden duyduğu garip ses irkilmesine neden oldu. Arkasından gelen bir şey olduğuna yemin edebilirdi. Biraz sonra çalışan bir motor sesi duymasıyla atlı karınca renkli ışıklara bürünmüştü. Gözleri fazla ışığa alışamazken kaşlarını çatıp elindeki çakının bıçağını çıkardı.
Adım sesleri yaklaştıkça nefes alışları da hızlanmıştı.
"Jimin!"
Hızla arkasına dönüp karşısındaki palyaçoya çakısını savurduğunda karşısındaki beden kendini son anda kurtarmıştı.
"Hey, hey sakin ol benim." kafasına geçirdiği maskeyi alnına doğru kaydırdı.
"Jungkook!" Dışarı derin bir nefes salıp çakısını indirdi. Onu görmek her zaman olduğu gibi rahatlatıcıydı.
"Beni öldürmeye bu kadar meraklı olduğunu bilmiyordum. Zayıf kalbim bu duruma daha fazla dayanamayacak sanırım." dramatik bir sesle söyledi. Ardından deli gibi sırıtmaya başladı "Yüzünün aldığı hali görmeliydin ama."
"Aptal şakalarını başkasına sakla. Cadılar bayramından ve kostümlerden nefret ederim." kollarını bribirine kavuşturdu. Ona karşı durduğu her konuda hemen yelkenleri suya indirip yumuşamamalıydı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
the last love ¦ jikook
Fiksi Penggemar"Bugünden önce milyon farklı şekilde ölebilirdik. Ve yarından önce de milyon farklı şekilde ölebiliriz. Ama savaşacağız. Birlikte vakit geçirebileceğimiz her an boyunca. İster iki dakika olsun, ister iki gün. Vazgeçmeyeceğiz. Ben vazgeçmek istemiyor...