Aralanmış perdenin arasından sızan, geceyi aydınlatan dolunay. Karanlık odada oturan dizlerini kendine çekmiş, elleriyle başını tutup öne doğru eğilmiş bir kadın. Üşüdüğünü belli edercesine ellerine, sıcak nefesini üflüyor ve birbirine sürtüyordu. Karanlık bir oda olmasına rağmen perde'nin arasından süzülen bir ay ışığı odayı aydınlatmaya en azından gözle görülür bir biçime sokmaya yetiyordu. Kadın pencere'yi görüş açısına sokar ve odanın bir köşesine kıvrılır gökyüzüne doğru bakardı. Yalnızlığına karşı içi titrerdi. Karanlıkta bu yalnızlığa, bu yıkılmışlığa karşı soyunurdu. İçinde kopan fırtınalara rağmen çok sakin bir insan olarak görünürdü. Haykırmak istedi ama yapamadı. Deli gibi görünüp hastanelere tıkılmak istemiyordu. Normal bir insan olmaya çalışıyordu. Ağlamaktan şişmiş, kızarmış gözlerini karşısında duran aynaya çevirdi. Kızgındı. Yoldan geçen insanların onu görmemesine sinirliydi. Sesi çıkmıyordu. Bağırmamış olmasına rağmen kısılmıştı. Damarlarından aktığını hissediyordu. Elleriyle yerden destek alarak yavaşça ayağa kalktı. Ne kadar süredir burada oturduğunu bilmiyordu. Saat epey geç olmuştu. Aynaya son bir kez daha baktı ve birkaç adım attı. Kendi boyundan biraz yüksek olan boy aynasını demirlerinden tutup ters çevirdi. Eline kenarda duran bir kalem alıp arkasına bir şeyler karaladı. Düzeltme gereği duymadan arkasını döndü. Hızlı adımlarla lavaboya gidip elleriyle suratına su çarptı. Sanki yüzüne çarptığı su arınmak içindi. İçindekilerden arınmaya çalışıyordu. Odasına geri döndü. Kış ayında olmasını umursamadı. Tişört ve dar bir kot geçirdi üstüne. Aynaya bakmak istemiyordu. Dışarıdan bile ne kadar berbat durumda olduğunu küçük bir çocuk bile görse anlayabilirdi. Hırkasını da üstüne geçirip anahtarlarını ve parasını cebine sıkıştırırken telefonu çaldı. Ekranda bilinmeyen bir numara vardı. Telefon rehberine kimseyi kaydetmezdi. Ama ablasından başka kimsenin onu aramayacağını biliyordu. "Alo?" Derin bir nefes alıp pencerenin kenarında oturdu. Sokak lambalarının aydınlattığı boş sokakta gözlerini gezdirdi. "Seni bu saatte rahatsız ettiğim için üzgünüm kardeşim. Birkaç haftalığına şehir dışına çıkıyorum. Olanlardan sonra iyi hissetmediğini biliyorum. Haber vermek istedim ve sana biraz para bıraktım. Nerede bulacağını biliyorsun. Görüşürüz." Telefonu yavaş hareketlerle kulağından çekti. Bu kadar kelimeyi tek bir nefeste söylemesine hayret etmiş bir şekilde kapanan telefona baktı. Ablası genelde bunu yapardı. Bir şey söylemeden bir anda ortadan kaybolurdu. Bunu pekte umursamazdı. Her zaman gittiği, her saatte açık olan kafeterya'ya gitmek için telefonu cebine sıkıştırdı yavaş hareketlerle evden çıktı.
Oturduğu apartmanın basamaklarından yavaşça inerken eliyle soğuk demirlere tutunuyordu. Kafeterya çok uzak değildi. Apartmanın kapısından çıkarken soğuk hava yüzünü yaladı. Temiz havanın ciğerlerine dolmasına izin verdi. Birkaç dakikalık uzakta olan kafeterya'ya doğru yürümeye başladı. Sokakta kavga gürültü olan evlerden gelen seslerden başka bir şey duyulmuyordu. Yavaşça başını yere eğdi. Adımlarını hızlandırdı. Kafeterya'nın önüne geldiğinde durdu. Soğuğun bedenini ele geçirmesine biraz daha izin verdi ve birkaç adım attı. Elini kapının koluna uzatıp yavaşça içeri girdi. İçeride oturan az insan vardı. Sütlü bir kahve söyleyip yerine oturdu. Buraya sık gelirdi. Ayağa kalkıp yavaşça okuduğu romanı eline aldı. Henüz bitirmemişti. Her masanın yanında duran duvarların rafların içinde dizilmiş olan çeşitli kitaplara göz gezdirdi. Elinde tuttuğu roman'a baktı. Belli belirsiz bir gülümseme oluştu suratında. Nihayet kahvesi gelmişti. Sert kahve sevmezdi. Ama şuanda tadıyla ilgilenmiyordu. Sadece vücudundan içeri süzülen bir sıvıya ihtiyaç duymuştu. Buna anlam yüklüyordu. Elinde ki kahveyi sertçe masaya koydu. Üfleyerek etrafına bakındı. Hesap ödemeye çalışan sıraya girmiş insanlara göz gezdirdi. Çantasından cüzdanını bulmaya çalışan bir kadın. Saate bakıp, ayağıyla yere ritim turan bir adam. Hepsi monoton. Gözlerini elinde tuttuğu kitaba çevirdi. Mutsuz bir ifadeyle kitaba baktı. Sevdiği romanın sonuna gelmişti. Başında hafif bir ağrı vardı. Aç değildi. Ama yıkık dökük ifadesini aynaya bakmadan da hissedebilirdi. Elindeki romanın kapağını inceledi. Hafifçe gülümsedi. Etrafına bakınmaya devam etti. Kapının eşiğinde kapıdan içeri henüz girmekte olan bir delikanlı onun dikkatini çekmişti. Diğer insanlar gibi yürümelerine, hareketlerinin heyecanlılığına, yaşama olan bağlılığına, mimiklerine odaklandı. Şaşırmıştı. Monoton değildi. Bir yerlerden tanıyor gibi kafasını kaşıdı. Bu delikanlıyı tanıyordu. Eskiden iki yıl aynı okulda okumuşlardı. Birlikte veli toplantılarında ailesi gelmeyen tek çocuk onlardı. Aslında çok ufaklardı. Ama yine de yalnızdılar. Şimdi karşısında duran bambaşka biriydi. Dikkatlice saate baktı. Gitmesi gereken bir yer yoktu. Bu delikanlıyı seyretmeye başladı. Mümkünmüş gibi kaşlarını daha da çatıp dikkatlice incelemeye başladı. Delikanlı kafeterya'nın kapısından içeri girmek için elini kapı koluna doğru uzattı. Uzun ve kemikli parmakları bir kaç saniye orada durdu. Ayağının dibine gelen küçük yavru bir köpeği görünce masmavi gözlerinin içi gülmeye, yanaklarında belli olmayan gamzesi gözle görülür bir şekilde ortaya çıktı. Yere eğildi ve köpeği sevmeye başladı. Bir şeyler söylüyordu. Ama duyulacak mesafede değildi. Tekrar ayağa kalktı ve sanki az önce hiç gülmemiş bir insana dönüşüverdi. Buz gibi bir ifadeyle kafeteryadan içeriye girdi. Kadın bu sahneyi şaşkınca izlemeye devam etti. Kafası karışmıştı bir insan bir anda bu kadar çabuk değişemezdi. Sanki iki ayrı insanı izlemiş gibiydi. Bir kaç saniye kendinde cesaret aradı. Delikanlı kendine sert bir kahve söyleyip tek başına bir masaya oturmuştu. Kadın delikanlının kemikli ellerinin arasına menüyü alışını izledi, yavaşça dudaklarına götürdüğü kahveye odaklandı. Yavaşça elindeki kitabı ve kahvesini alıp delikanlıya doğru yürümeye başladı. Masanın başına gelince durdu. Delikanlı yavaşça kahvesinden bir yudum alıp karşısında dikilen kadına doğru baktı. Kadın boş bakışlarını masaya yöneltip "Oturabilir miyim?" dedi. Delikanlı kadının koyu kahve düz saçlarını, çekik koyu kahve gözlerini ve giydiği tişörtü, dar simsiyah kotunu, deri çizmelerini inceledi. Kadın bu süzmelerden rahatsız olmuşçasına kıpırdadı. Normalde kimse onu bu derecede süzmezdi. Bu adamda hissettiği garip bir şey vardı. Delikanlı kafasını yavaşça salladı. Kadın bu olumlu mu olumsuz mu anlayamadığı davranış karşısında sandalyeyi çekip oturdu. Derin bir nefes aldı. "Sen çok ilginç bir insansın." dedi. Delikanlı yavaşça dudağını kıvırdı. Bu sinsi bir davranış mı yoksa gerçekten gülümsedi mi anlayamadı. İnsanları izleyip, incelemekten haz duyan kadın bu davranış karşısında afalladı. Delikanlı yavaşça gözlerini yere devirdi. Saçlarından bir kaç tutam gözlerinin önüne düştü. Sakin, alçak bir ses tonuyla "Teşekkür ederim" dedi. Kadın bitirdiği kahvesini nazikçe masaya bıraktı. Delikanlı gözlerini kadına dikti. Kadın bir şeyler anlatmak istiyormuşçasına boş bakışlarını bu adama yöneltti. Tanıştıklarını biliyordu ama daha önce hiç konuşma gereği duymamışlardı. Delikanlı sakince nefesini dışarıya üfledi. Kahvesini bitirmemiş olmasına rağmen yerinden yavaşça kalktı. "Gitmem gerekiyor. " Duyulabilecek şekilde cümlesini geveledi. Kadın kafası karışık bir şekilde karşısında duran bu delikanlıyı izliyordu. Kendinden yaşça küçük değildi. Ama 'Delikanlı' kelimesi tamda ona uygun bir tabirdi. Arkasından hesabı hızlıca ödeyip, kapıdan çıkışını izledi. Kendisi de olanlara şaşırmıştı. Neler olmuştu, neden ayağa kalkıp bu masaya geldiğini bilmiyordu. Onu tanımak istiyordu. Uzun tırnakları, ince parmaklarıyla masada ritim tuttu. İçindeki duyguyu yansıtıyordu. Ahşap masada tuttuğu ritme kendini kaptırmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUTİMAR
General FictionButimar denizin suyuna hayran ve tüketebildiği tek suyu içemeyen, içmeye kıyamayan, kurumasından korkan. Varlık içinde kendi düşünceleriyle yokluk çeken. Kırmızı ve sarı tonlarında ki kanatlarıyla çok yükseklerde uçabilen bir kuştur. Fakat bu kuş bi...