Seul'de bugün, hava kapalı ve sağanak yağmurluydu. Hayatın yoğunluğuna ve bitmek bilmeyen akışına kapılan şehir sakinleri, öncesinden kontrol ettikleri hava durumu programlarının tahmini dışında gelişen bu ani hava olayına yakalandıkları için kapalı mekânlara sığınmayı tercih etmişti. Gökyüzü âdeta deliniyor, bardaktan boşalırcasına yağan yağmur ıslatmadık yer bırakmıyordu. Şimşekler birbiri ardına çakıp karanlığa bürünen gökyüzünü gündüzmüşçesine aydınlatıyordu.
Bu sırada, sıradan sayılabilecek bir üniversite öğrencisi, okullarının yakınlarında bulunan otobüs durağında oturmuştu. İçinden okuduğu cümleler, onu nereye sürüklemek isterse düşüncelerini hiç düşünmeden kitabına teslim ediyordu. Kitabındaki satırlar ve yağmur damlaları öyle bir ahenk oluşturmuşlardı ki ona bir dinletiyi andırıyordu.
Yağmur damlaları büyük bir süratle beraber yeryüzünü yıkarken Taehyung, genelde yaptığı gibi, onu evine ulaştıracak olan otobüsü bekliyor, bunu yaparken de kitabını okuyordu. Hava bulutlu olduğu için kararmıştı bile. Birazdan yanmaya başlayan sokak lambaları, kitabını daha rahat okumasına neden olduğu için o lambalara kalpten teşekkürlerini iletti.
Otobüs durağına ulaşana kadar yağmur damlalarının ıslattığı gözlüğü buhar yapmaya başlamıştı. Sinirini bozan bu durum karşısında derin bir nefes aldı ve kitabına kısacık bir ara vererek gözlüğünü çıkartıp beyaz gömleği üzerine geçirdi siyah hırkasının eteğinin gözlük mendili olarak kullandı. Ardından saatini kontrol etti. Beklediği otobüsün, bulunduğu durağa gelmesine 10 dakika kadar kalmış olmalıydı. Bazen de olsa saatler birkaç dakika değişiklik gösterebiliyordu ama o, bunu sıkıntı etmedi. Kitabını eline aldı ve kaldığı yerden devam etmeye gayret gösterdi. Sağanak yağmur damlalarının sert zemine çarparak çıkarttığı sesler bir yana dersleri biten ve otobüs durağıns gelen diğer öğrencilerin ettiği sohbetler bile onu kitabını okumaktan alıkoymamıştı.
Seokjin, okul kapısından çıkmadan önce sarı şemsiyesini eline almış ve açmaya yeltenmişti. Bir şekilde bozulmuş olmalıydı ki biricik sarı şemsiyesi onu gökten tazyikle düşen damlalar altında ıslanmaktan korumayı reddetmiş ve açılmamıştı. Seokjin de çareyi kapüşonlusunu kafasına kapatıp otobüs durağına koşmakta bulmuştu. Koşmaya başlamadan önce okul kapısından gelip gideni denetleyen güvenliğe içten bir selam vermeyi de ihmal etmemişti.
Aslında bu yaşına kadar hiç otobüse binmemişti. Bu onun için bir ilkti ve Seokjin, küçüklüğünden beri yeni şeyler denemeye karşı oldukça heves duyan ve tutkularına bağlı biriydi.
Sürekli annesinin yolladığı şoför ile eve dönerdi. Bugün onu reddetme cesaretini kendinde bulmuş ve sosyalleşmek istediğini söylemişti. Şoför, emir kulu olduğundan annesinin verdiği emirlere uysa da Seokjin onu bizzat tembihlemeyi başarmıştı. Bu yüzden kendiyle ve kararlılığıyla gurur duyuyordu. Seokjin artık 19 yaşındaydı. Hayatının okuldan eve, evden okula monotonluğundan ibaret olması onu çok sıkıyor ve yoruyordu.
Arkadaş grubu, bu durumunun aksine şaşırtıcı biçimde genişti. Bu zamana kadar sırtını yaslayabildiği arkadaşlarına minnet duyuyordu. Seokjin, bir kez olsun onlar tarafından yüz üstü bırakılmamıştı. Bu yüzden onları, "en büyük şansı" olarak nitelendiriyordu.
Bir de uzun bir ilişki sürdürüyordu, Seokjin. Aile dostlarının tek kızı olan Areum ile çocukluktan tanışıyorlardı. İki ailenin ortak düşüncesi, bu iki çocukluk arkadaşını evlendirmekti. İkisi bir ilişkiye başlayalı 2 sene oluyordu. Areum iyi ve anlayışlı bir kızdı. Her ne kadar Seokjin onu sevdiğini hissedemese de onun, kendisini sevdiğini biliyordu. Ona nazik davranıyordu.
Genel olarak ailesinin ondan hep boyunu aşan beklentileri olmuştu. Annesinin tek erkek çocuğu o olduğundan tek varisleri de oydu hâliyle. Annesi, onu tek varisleri olarak üniversiteyi bitirdiği anda yönettikleri şirketlerinin başına geçirecekti ama o bunu istemiyor, hayalindeki mesleği yapmayı arzuluyordu.