princess of notes

156 21 5
                                    


"Yine piyano çalmak ister miydin?" derin sesiyle sorduğu soru yıllardır yapmadığım bir şey hatırlattı bana.

Kendimi sorgulamak.

Normalde kendimle ilgili her şeyi bilirdim ben. Aldığım kararları sorgulamaz, en iyisini yaptığımı bilirdim. Neyi sevip sevmediğimi, ideal tipimi, günlük yaşantımızı, işimi, değer verdiğim insanları bilirdim. Ama konu siyah kabanlı adam olunca bilemiyordum. Bana daha önce hiç düşünmediğim sorular soruyor, kendine bağlıyordu. Hayatımın her gününü planlamış olan beni, bozuyordu.

Piyano, annem. O gittiğinden beri elimi bile sürmemiştim piyanoya. Sanki annemin ruhu o kahverengi, ahşap piyanoya saklıymış gibi hissediyordum. Eğer o piyanoya annemden başka bir ten dokunursa ruhu kaybolacak, beni anne kokusundan mahrum bıraktığı gibi, anne sevgisinden de mahrum bırakacaktı.

O gittiğinden beri ben, ben değildim sanki. O zamanlar küçükcük bedenime sıkıştırdığım büyük notalar güzel hissettirmişti ama ağır gelmişti. Tekrardan çalarbilir miydim?

İçimdeki ses sinirle konuştu. Sen artık o küçük çocuk değilsin, kendine gel. Sen de istiyorsun tekrardan çalmayı, inat etmeyi bırak. Sal kendini.

Derin bir nefes vererek kahvemden son ve büyük bir yudum aldım.

"Sanırım sormamam gereken bir soru sordum." kafamdaki tilkileri bir bir kaçıran siyah kedi, yine konuştu ve kurtardı beni. "Hayır, sadece uzun süredir elimi bile sürmedim, annem gittiğinden beri yani. Yeniden nasıl çalabilirim hiçbir fikrin yok." Sıkıntıyla konuşarak oturduğum sandalyede geriye yaslandım.

"Ben sana öğretirim." içimdeki hisler eskisi gibi kıpır kıpır olurken heyecandan 'evet öğret bana' diyemedim. "Yani tabii istersen." yanlış bir şey söylediğini sanmış olacak ki kendini düzeltti hemen. Bu tatlı haline gülümseyerek cevap verdim. "Çok sevirim, siyah kabanlı adam." ona taktığım isimle küçük bir kahkaha atarak elini bana doğru uzattı.

"Ben Yoongi, Min Yoongi."

Min Yoongi, demek. Tüm planlarımı tek bir bakışıyla alt üst eden siyah kabanlı adamın adı, Min Yoongi. Usulca onun duyamayacağı şekilde kıkırdadım. "Ben de Jisoo, Kim Jisoo." diyerek uzattığı elini sıktım. Uzun parmakları, parmaklarımı sararken kalbim artık atmayı bırakmıştı. Ellerimiz hala birbirine kenetli iken gözlerime bakmaya devam etti.

Yine sorguladım kendimi. Acaba benim hissettiklerimi o da hissediyor mudur? Belki bir ihtimal onun da kalbi azıcık benim için atıyor mudur?

Ellerimiz yavaşça ayrılırken ikimizde hesabı ödemek için ayağa kalktık. Kasaya doğru giderken eliyle beni durdurdu. "Sen dışarıda bekle, ben geliyorum." dediklerine karşı gelmeden kapıdan dışarı çıktım.

Kar artık yağmıyordu, yere düşen kar tanecikleri erimiş ve küçük küçük gölcükler oluşturmuştu. Zil  sesi ile omzumda bir el hissettim. "Geldim, gidelim." başımı sallayarak onun adımlarını takip ettim."

Yol boyunca hiç konuşmadık. O, ellerini ceplerine koyarak yürüken, sürekli göz ucuyla beni izliyordu. Ben ise sürekli ona bakıyordum. Gözlerimi bir saniye bile ondan ayırmadan her santimini ezberliyordum.

Kapımın önüne geldiğimizde bana doğru döndü. Başımdaki bereyi düzeltirken, bana iyice yaklaştı. Neredeyse alınlarımız birbirine değiyordu. Kalp atışlarım tekrardan hızlanırken gözlerine baktım. Ama onun gözü dudaklarım ile saçlarımı arasında usulca gidip geliyordu. Beremin üstüneki eli yavaşça inerek uzun saçlarımı okşadı. Uzun zamandır sevginin ne olduğunu hatırlamayan ben, sanki kendimden geçmiş gibiydim. Hala saçlarımı okşuyordu. Yüzü yavaşça yüzümü es geçerek boynuma yöneldi. Nefesleri tüylerimi ürpertirken derin bir nefes alarak kokumu içine çekti.

born again , yoonsooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin