Sehun ile tanışmamız 98 güzünün bir akşam üstüydü. Doğup büyümediğim, babamın işsizliği sonucu zorunlu olarak getirildiğim ve hiç sevmediğim mahallenin parkındaydım. Eskiydi park babam da küçükken burada oynarmış hep şimdi ihtiyar bir adam olan amcamla. Amcam hep dövermiş babamı bu parkta. Parkın oyuncakları o kadar eskiydiler ki gacır gucur sesleri hiç bitmezdi. Salıncakların oturma yerleri tahtaydı, hepsinin dört bir tarafı yarıklarla doluydu. Zincirleri her zaman soğuktu, güneşin kendilerine değmesini sevmezlermiş gibi ağaçların gölgesinde dururlardı öylece.
İki kırık tahterevallinin ortasındaki güz sarısı çimenlere uzanmıştım, kollarım boynumun altından başıma destek oluyorlardı. Gün batımının kızıllığında pamuk şeker pembesi olmuş bulutları şekilden şekile sokuyordum hayalimde. Bütün çocuklar anneleri seslenince evlerine gitmişlerdi, benim annem bana seslenmemişti. Paytak paytak yürüyen ördek yavrusu bulutumla arama bir gölge girmişti.
"Bak, babam bana uzaktan kumandalı araba aldı." demişti gölgenin sesi. Pamuk şeker pembesi bulutları ve paytak paytak yürüyen ördek yavrusunu unutup oturdum ve yumuşak sesli gölgenin burnumun dibine kadar uzattığı sarı renkli uzaktan kumandalı yarış arabasını küçücük ellerimle tuttum. Son modeldi bu, salonumuzun yıldızı otuz yedi ekran televizyonumuzda reklamını görmüştüm, babamdan istemeye cesaret edememiştim. Annem o reklamın sesini her duyduğumda koşarak televizyonun ekranına yapıştığımdan anlamıştı o arabayı istediğimi, onun yerine bana kablolu kumandası olan kırmızı bir araba almıştı. Yarış arabası bile değildi benim kablolu kumandalı kırmızı arabam.
"Vay canına! Gerçekten baban mı aldı?" demiştim, babalar çocuklarına hiçbir şey almaz sandığım için şaşırmıştım. Babasının ona uzaktan kumandalı sarı yarış arabası alması, uzaktan kumandalı sarı yarış arabasından daha heyecan vericiydi.
"Hı hı. Gel şurada sürelim, uff süper hızlı var ya!" Arabayı elimden kaptığı gibi çimenliğin bitip yolun başladığı yere koştu, doğru ya yarış arabaları çimenlikte sürülmezdi. Ben de popomdaki tozlara aldırmadan onun peşinden koştum, bir elimle büyük gelen pantolonumun belini çekiştiriyordum. Küçük geldiği zaman giyemezsin ama büyük olursa büyüyene kadar giyersin demişti annem.s Sarı yarış arabasını yola koydu ve uzaktan kumandasıyla onu kullanmaya başladı. Vın diye sesler çıkartıyordu araba yolda giderken, biz de peşinden koşuyorduk bir elim pantolonumun belinde.
Gökyüzündeki kızıllık lacivert ile yer değiştirdi biz oynarken. Akşam karanlığında çocuklar dışarıda oynamazdı, öcüler gelip kaçırırdı onları. Ama uzaktan kumandalı sarı yarış arabası o kadar güzeldi ki öcülerden korkmadım, babamdan da. Biraz daha oyadıktan sonra araba bir taşa takılıp takla attı. Arka tekerleğinin fırlayıp gittiğini sokak lambasının ışığında görmüştüm. Ufacık, minicik bir çığlık döküldü dudaklarımın arasından, hemen ellerimle ağzımı kapattım.
"Olsun, sorun yok. Babam bana yenisini alır." Dedi gölgenin sesi, hiç üzgün değildi. Bense ağlamak üzereydim, üstelik uzaktan kumandalı sarı yarış arabası benim bile değildi. Çocuk koşup ters dönmüş arabayı yerden aldı ve gelip bana uzattı.
"Al, senin olsun." dedi, ağzımdaki ellerim şimdi arabanın üzerindeydi. Sonra kollarım araya girdi, sarıldılar arabaya.
"Adın ne senin?" diye sordum arabaya sarılırken.
"Sehun." dedi, s'yi biraz peltek söylemişti.
"Bundan sonra sen benim arkadaşımsın Sehun." dedim. "En iyi arkadaşımsın tamam mı?"
Gölgenin sesi artık Sehun'un sesiydi. Bana cevap veremeden annesi seslendi ve Sehun gitti. Giderken uzaktan kumandayı da elime tutuşturdu. Benim annem hala seslenmemişti ama üç tekerli uzaktan kumandalı sarı yarış arabası benimdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
eski püskü, paslı sandık •chanbaek•
FanfictionHer şey üç yaz önce başladığında lavanta tarlaları diye bir şey yoktu. Jelibon'un anısına...