Çığlıklar.
Yanıp sönen acayip parlak ışıklar.
Kan.
Avuçlarıma kustuğum kan.
Kızılcık şerbeti hiç içmedim ki neden kan kustum şimdi.
Kanlı elimi sıkıca tutan el.
Jongin'in eli.
Yanıp sönen acayip parlak ışıklar.
O gece yarısı soluk soluğa uykudan kalktığımda aralık kalmış pencereden bir kara kedi girdi içeri. Evimiz alt katta değildi, o kedi nasıl tırmandı bu kadar yükseğe bilmem. İki yataktan bir koca yatak yaptığımız yatağın cam tarafına kıvrılıp uyudu koca binayı tırmanan sokak kedisi. Pencereyi kapatıp yatağa döndüm. Jongin'in eli kanlı elimi tuttu.
Mutlu mahalledeki mutlu okuluma alışmıştım. Mahalle kadar mutlu değildim ama idare ediyordum. Sabahları öğretmenler odasında fen bilimleri öğretmeni Park Chanyeol, İngilizce öğretmeni Do Kyungsoo, resim öğretmeni Kim Jongdae ve tarih öğretmeni Kim Minseok ile birlikte kahve içiyorduk. Hepsi yıllardır bu okuldaydılar, tek taze kan bendim.
Küçükken annemin küçük gelirse giyemezsin ama büyük olursa büyüyene kadar giyersin dediği pantolonumun belini çeke çeke gezdiğimi bilmedikleri için benimle hemen arkadaş olmuşlardı. Onların da babaları uzaktan kumandalı araba almış mıdır acaba diye merak ettim ama sormadım hiç. Sehun koca adam olmayı, Jongin ise böyle soruların koca adamlara sorulmaması gerektiğini öğretmişti bana.
Aradan günler geçti, güneş bir sarı bir kırmızı oldu. Ağaçlar yapraklarını döküp gelinlik giyindi. Noel yerini yeni yıla, yeni yıl yerini Jongin'in doğum gününe bıraktı. Mermer mezar taşına ölüm tarihi işlenmiş, erişmemiş kiraz pembesi dudaklı sevgilim hiç büyümedi.
Annemle el ele tutuşup kardelenlerin nazikçe süslediği mezara gittik. Onunla konuştuk, hayatlarımızı, hikayelerimizi anlattık. Güldük ve eğlendik. Ağladık. Yaralarımızı kanatıp kanatıp yeniden sardık. Ayak parmaklarımız buz kesti. Benim ayaklarım buz kestiyse Jongin nasıl da üşümüştür karlı toprağın altında diye düşündüm. Daha çok ağladık. Daha çok kanadık. Kanlarımız mezarı süslemiş kardelenlere bulaştı.
"Neden yakılmak istemedi ki? Yakılsaydı küllerini kavanoza koyar sıcak bir yerde saklardık." dedim.
"Ben de yakılmak istemem," dedi annem, "Sen ister misin?"
"Artık ben de istemem.
Sence bir sevgilim olsa Jongin çok üzülür mü?" diye sordum, bakışlarım milyonuncu kez mezar taşının üzerindeki isimde gezerken. Kim Jongin.
"Seni mutlu eden şey oğlumu neden üzsün?" diye çıkıştı annem. "Sevgilin mi var Baekhyun?"
"Yok anne, sadece sordum. Olursa ilk Jongin'e, sonra sana söylerim."
El ele vardığımız mezarlıktan el ele ayrıldık. Jongin'in mezar taşına dikip yaktığımız mumu rüzgarın yavrusu esinti üfürüp söndürdü.
Erişmemiş kiraz pembesi dudaklı, dört tekerli kırmızı yarış kazanan bisikletin sahibi, Satürn'ün güneşe öptürüp annesinin kucağına bıraktığı sevgilim yaşasaydı 29 yaşında olacaktı. O hep 27 yaşında kaldı. Koca binayı tırmanan sokak kedisi o gece yanımdan bir an olsun ayrılmadı.
Mezarlıktan dönüşte günün kalanını Jongin'in odasında geçirdim. Eşyalarının çoğu ikimizin paylaştığı odadaydı, bu oda daima kilitli kaldığı için onun kokusuna ve ıvır zıvırlarına sahipti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
eski püskü, paslı sandık •chanbaek•
Hayran KurguHer şey üç yaz önce başladığında lavanta tarlaları diye bir şey yoktu. Jelibon'un anısına...