❃
Seokjin, geldiği tatil kasabasının caddelerinde dolaşırken, küçük ama bir o kadar da zarif görünen çiçekçiyi gördü.
Çiçeklerle pek işi olmazdı onun. Hatta belli başlı çiçekler haricinde, çoğunun ismini bilmezdi bile. Sadece hoşuna giderdi. O an içindeki dürtüye engel olamadı. Ayakları ondan bağımsız hareket ediyordu. Karşısındaki sevimli dükkana doğru ilerlemeye başladı.
İçeri girmeden önce kahverengi saçlarını düzeltti, elini kotunun cebine attı ve kapıyı açtı. İçeri girer girmez gözüne, kapının biraz ilerisinde ve solunda kalan tezgahta, önündeki buketle uğraşan pembe saçlı adam çarptı. Pamuk şekere benziyordu ve buradan bakınca saçları, yumuşacık gözüküyordu. Gülümsüyor ve tahminine göre sipariş hazırlıyordu.
Adamı incelemeye başladı. Yüzünden ellerine indi gözleri. “Kendine en uygun mesleği seçmiş. Zira bir çiçekten farkı yok.” diye geçirdi içinden. Pembe saçlı işine öylesine odaklanmıştı ki, ancak iki dakika sonra farkedebildi içeri giren bedeni. Gülümsemesi büyüdü. “Hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?”
Seokjin cevap vermeden etrafı incelemeye başladı. Tahmin ettiği gibi içerisi de dışarısı kadar ferahtı. Pembe saçlı, cevap vermeyen adama bakarak kaşlarını kaldırdı. Bir şey demedi. Seokjin biraz daha ilerledi çiçeklerin arasına. Sonra bir çiçeğin önünde durdu. Çok zarif olduğunu düşündü. Pembe saçlı tezgâhtan ayrılıp, adamın yanına ilerledi. “Leavigatae.” dedi. Seokjin arkasını döndü. “Efendim?”
Pembe saçlı gülümsedi. “Önünde durup baktığınız çiçek, ismi Leavigatae.” Seokjin tek kaşını kaldırdı. Bilimsel isimlerden hiçbir şey anlamıyordu. “İris çiçeği yani.”
Seokjin cevap vermedi. Pembe saçlı ise bozuntuya vermeden, sağ tarafındaki adama baktı ve devam etti sözlerine. “Yeryüzünde en çok mavi türüne rastlansada birçok rengi vardır. Hatta ismini de Yunan Mitolojiʼsindeki gökkuşağı tanrıçası İrisʼten alır. Şimdilerde çok değeri bilinmese de eskiden insanlar, uğur getirdiğine inandıklarından, kitaplarının arasında kurutur, sonra da evin herhangi bir yerine asarlarmış.”
Pembe saçlının işini fazlasıyla sevdiği belliydi. Zira öyle heyecanlı anlatıyordu ki, ortamda tuhaf bir hava oluşmuştu.
“Aynı zamanda Van Goghʼun, resmetmeyi en sevdiği çiçeklerden biridir. İnanabiliyor musun? Resimlerde genellikle ölümü temsil eder. Nasıl olur da zarafetin temsilcisini ölümle bağdaştırabilirler, hâlâ aklım almıyor.”
Pembe saçlı, yanındaki adamın tepki vermeyip sadece yüzüne bakmasına anlam veremedi. Ya konu ilgisini çekmemişti ya da onunla bu şekilde konuşmasından hoşnut değildi.
“İlginizi çekmedi sanırım. Kusura bakmayın, kendimi tutamadım.”
Her zaman yüzünde olan tebessümü, ufak bir gülümsemeye döndü. Elini uzattı.
“Hoseok.”
Yanındaki kahverengi saçlı da elini uzattı ve sıktı. Hiçbir şey demedi. Arkasını döndü ve dükkândan çıktı. Arkasında şaşkın bir adam bıraktığını birazcık tahmin edebiliyordu.
❃
Bu hikaye için benim ilk yazı denemem diyebiliriz. Pek içime sinmedi ama ilk defa yazdığım bir şeyi paylaşmak istedim. Okuyan olur mu bilemem, yine de şimdiden teşekkür ederim. İyi geceler görüşürük.