❃
Seokjin kendini yine dün geldiği dükkânın önünde buldu. Bu sefer yanına fotoğraf makinesini de almıştı. Belki çekmeye değer bir şey bulurdu.
Hava güneşliydi lakin iç boğucu bir sıcaklığı da yoktu. Buraya nasıl geldiğini, daha doğrusu neden geldiğini anlamadı.
Dünden pek farklı görünmeyen caddede, dükkânın kapısına doğru ilerledi. Daha o açamadan, dükkân sahibinin -ki bu Hoseok oluyor- kapıyı açmasıyla Seokjin bir adım geriye çekildi. Hoseok o esnada dışarı çıktı ve karşılaştığı bedenle gülümsedi.
“Merhaba.”
Elinde yeşilin en güzel tonunda bir sulak, üzerinde ise kot bahçıvan tulum vardı. Muhtemelen dışarıdaki çiçekleri sulamaya çıkıyordu.
Seokjinʼde önündeki bedene bakıp “Merhaba.” diye cevap verdi. Hoseok, henüz birkaç saksı sulamıştı ki Seokjinʼe döndü ve önündeki çiçeği işaret etti. “İsmini biliyor musun?”
Seokjinʼin gözleri kısıldı ve “Belki?” dedi. “Bildiğim kadarıyla zambak olmalı.”
Hoseokʼun her zaman yüzünde olan tebessümü büyüdü. Kafasını omzuna doğru hafifçe yatırdı. “Gibi gibi.”
“Zambakgiller familyasından. En çok beyaz rengine rastlanıldığından süt çiçeği olarak da bilinir ama asıl adı Lilyum.”
Hoseok, Seokjinʼin yüzüne baktı ve aynı heyecanıyla kaldığı yerden devam etti sözlerine.
“Milattan önce Girit Adasıʼnda bulunduğu söylenir. Yine bu yüzden Yunan Mitolojiʼsinde yeri önemlidir. Mesela bir kaynağa göre, Tanrıça Heraʼnın göğsündeki sütten geldiği inancı yaygındır. Hatta bu yüzden doğumu simgelediğine inanılır. Başka bir kaynağa göre ise Mitolojiʼde Lilyum, cinsiyet olarak erkeği temsil eder. Halk arasında da güveni temsil ettiğine inanılır.”
Seokjin Hoseokʼu dikkatle dinliyordu. Yeni şeyler öğrenmeyi, kafasını gereksiz olduğunu düşündüğü bilgilerle doldurmayı severdi. “Peki sen hangisinin doğru olduğunu düşünüyorsun?”
Hoseok karşısındaki, ismini hâlâ bilmediği kahverengi saçlının onunla konuşmaya başlamasıyla şaşırdı. Dün hiçbir şey söylemeyince konuşmayı pek sevmediğini düşünmüştü.
“Aslındaaa, ikisine de inanmıyorum. Efsaneleri haddinden fazla severim ama bu çoğunun saçma olduğu gerçeğini değiştirmiyor.”
Hoseok arkasını dönmüş çiçeklerle ilgilenirken, Seokjin aniden arkasını dönmemesini umarak bir fotoğrafını çekti. Sebebi yoktu. O görüntü hoşuna gitmişti sadece. Birkaç dakika sonra Hoseok işini bitirip arkasını döndüğünde, yine dünün aynısı olan boş bakışlar karşıladı onu.
Bu hisse alışıktı aslında. Dükkânına gelen herkese, siparişi hazırlarken heyecanına engel olamayarak kısa kısa hikayeler anlatırdı ve çoğunun tepkisi aynı olurdu.
Boş ve anlamsız bakışlar.
Fakat kahverengi saçlıya da anlam verememişti. Madem ilgisini çekmemişti ve böyle boş gözlerle bakacaktı, neden tekrar gelmişti ki? Çöktüğü yerden kalkıp içeri girmek için hareketlendi. Tam kapıyı açtığı an da, arkasında kalan beden “Seokjin.” dedi. “Görkemli hazine demek. Büyükbabam koymuş.”
Hoseok arkasını döndü gülümseyerek. “Tanıştığımıza memnun oldum... Seokjin.”
Sonrasında önüne döndü ve dükkâna girdi. Seokjin gelir diye kapıyı kapatmamış, açık bırakmıştı. Aradan birkaç dakika geçip kimsenin gelmediğini görünce kafasını uzatıp kapıya baktı. Tek gördüğü şey boş bir caddeydi.
❃