round seven

493 71 71
                                    

3 gün. Donghyuck ile birlikte o kavgaya karışmamızın üstünden tam olarak 3 gün geçmişti. Ve biz bu 3 günde hiç görüşmemiştik. O gün benim varlığımı unutup sevgilisiyle birlikte salondan çıkmış ve yaklaşık 2 saat sonra onümüzdeki 3 gün için izin alıp alamayacağını sorduğu bir mesaj atmıştı. Hiçbir şey dememiştim çünkü benim de biraz vakite ihtiyacım vardı. Kendimi dinleyip aklımı toplayabileceğim bir vakite.
Ama maalesef o vaktin de sonuna geldiğimiz için şu an kolumda spor çantamla birlikte salona doğru yürüyordum. Donghyuck çoktan gitmiş olmalıydı çünkü 15 dakika kadar geç kalmıştım. Bu yüzden adımlarımı daha da hızlandırıp zaten az kalan yolu daha da kısa sürede bitirmiştim. Salonun kapısına geldiğimde birkaç saniye soluklanıp kendime geldikten sonra derin bir nefes alıp kapıyı ittim. Tahmin ettiğim gibi Donghyuck gelmiş, ringe sırtını yaslamış şekilde otururken telefonuyla ilgileniyordu. Geldiğimi duyduğu için başını telefonundan kaldırdı ve gözlerini gözlerime dikti. Kısa bir baş selamı verdikten sonra çantamı bir kenara üstümdeki hırkamı bir kenara atıp ringe çıkmıştım. Onun hala gelmediğini fark ettiğimde ne yaptığını görmek için arkama döndüm. Dikildiği yerde kaşlarını kaldırmış bir şekilde bana baktığını gördüğümde kaşlarımı çatmadan edemedim.

"Daha be kadar orada dikileceksin, neden gelmiyorsun?"

Zaten havada olan kaşlarını daha da kaldırmış, garip bir şekilde bana bakıyordu.

"En azından bi nasıl olduğumuzu falan söyleseydik Mark, ne bu acele?"

"Buraya takılmaya değil çalışmaya geliyoruz Donghyuck. Nasıl olduğundan çok beni nasıl ilerletebileceğinle ilgileniyorum."

Beni dinledikten sonra ağzından ufak bir 'hah' sesi çıkmıştı. Söylediklerime şaşırmış gibi gözüküyordu. Açıkçası ben de şaşırmıştım ama böyle olması gerekiyordu. Vaktimi sürekli onu düşünerek geçiremezdim. Sürekli aklımda olması sinirlerimi bozmaya başlamıştı ki o beni umursamıyordu bile. Geçen gün sevgilisiyle salondan çıkıp beni unuturken hiç de nasıl olduğumla ilgilenmiyordu. Şu an da 'nasılsın?' gibi yapmacık sorularla vakit harcayamazdım. Ama sanırım o benim gibi düşünmüyordu çünkü şu an saf bir şaşkınlık ve sinirle bana bakıyordu.

"Arkadaş olduğumuzu düşünmüştüm."

Sorgular şekilde söylediği cümle daha da çok sinirlenmemi sağlamıştı.

"Senin gibi biriyle neden arkadaş olmak isteyeyim?"

Yüzündeki ifadeler değişimini saniye saniye izleyebiliyordum. Yavaşça aralanan dudakları, gözlerinin git gide daha da parlaması, kaşlarının söylediğim her cümleden sonra farklı bir form alması... hepsi izlemeye değerdi. Karşısında durmuş meydan okur bir şekilde cümlelerimi sıralarken ifadelerine hayranlık duymak ne kadar mantıklı olmasa da kendime engel olamıyordum.

"Benim gibi biri?"

Başımı eğip ofladıktan sonra sıkılmış bir ifadeyle gözlerimi tekrar gözlerine kitledim. O da gözlerini kapayıp derin bir nefes alırken elini kaldırıp saçlarının arasından geçirmişti.

"Neyi zorluyorsun Donghyuck? Gel şuraya ve aptal çalışmamızı bitirelim. Benden daha önemli işlerin olduğuna eminim, her zamanki gibi."

Son cümlemi diğer cümlelerime göre daha kısık sesle söylesem de sanırım duymuştü çünkü şu an bana kafası fazlasıyla karışmış bir şekilde bakıyordu.

"Ne ima etmeye çalışıyorsun? Cidden seni asla anlamıyorum."

"Hiçbir şey Donghyuck. Hiçbir şeyi anlamak zorunda da değilsin. Birkaç ay sonra birbirimizin hayatından bir daha asla bir araya gelmemek için çıkacağız zaten. Nasıl olduğumuzla, kim ya da ne olduğumuzla ilgili sorular sorup kendimizi yormaya gerek yok."

Konuşurken kısa bir an da olsa gözlerinde hüzün kırıntıları yakalamıştım. Hemen düzelmeye çalışsa da hala düşünceli olduğunu anlayabiliyordum. Yine de bozuntuya vermeden her zamanki tavrına döndü. Yüzüne kondurduğu ufak gülümseme adeta benimle alay ediyordu.

"Haklısın, bir daha umrumda olmayan şeyler için nezaketen de olsa kendimi yormam."

Konuşurken ringe doğru yürümeye başlamıştı. Korumaların arasından geçip karşıma dikildiğinde yüzünde hala az önceki gülümsemesi vardı ama bu sefer gülümsemesi gözlerine de ulaşmıştı, hüzün taneciklerini göremiyordum. Tek kaşımı kaldırıp ona bakmayı sürdürürken o birkaç adım daha atıp aramızdaki mesafeyi neredeyse sıfıra indirmişti.

"Biliyor musun Mark? Gerçekten de hayatımda hiçbir yerin yok. Senden önemli işlerim olduğun konusunda çok haklısın yani. Bu işi senin için değil kariyerim ve Jaehyun hyung için yapıyorum. Kendine gelip tavrını buna göre ayarlarsan sevinirim. Senin çocukluklarınla uğraşacak vaktim ne yazık ki yok."

O karşımda gülen yüzü ve rahat tavrıyla cümlelerini sıralarken ben de her cümlesiyle yumruklarımı daha da sıkmıştım. Çenemi sıkmaktan dişlerimi hissedemez hale gelmiştim ve bu anladığım kadarıyla Donghyuck'a daha çok zevk veriyordu çünkü her geçen saniye gülümsemesi daha da büyüyordu.
Cevap vermek istiyordum, beni sinirlendirdiği gibi ben de onu sinirlendirmek istiyordum ama dilim tutulmuş gibiydi. Hiçbir şey söyleyemiyor, yerimden bile kıpırdayamıyordum.
Halimden zevk aldığını daha da belli etmek istercesine küçük bir kahkaha atmış ve aramızdaki mesafeyi açıp yerdeki eldivenlere doğru eğilmişti. Eldivenleri alıp karşıma dikildiği sırada sinirle eldivenleri alıp yere atmış ve Donghyuck'u bileklerinden tutarak kenardaki korumalara yaslamıştım. Büyüyen gözleriyle yüzüme bakarken ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Bileklerindeki ellerimden birini kaldırıp alnına düşen saç tutamını düzelttikten sonra gözlerimi tekrar gözlerine indirdim.

"Egonu tatmin etmek için sürekli benimle tartışmaya girmen beni çok üzüyor Donghyuck. Neden kendini sürekli küçük düşürüyorsun?"

Dalga geçer tonda söylediğim cümlelerimden sonra sahte bir hüzünle dudaklarımı büzdüm. Bakışları saniyelik dudaklarıma kaysa da kendini toparlayıp tekrar gözlerime baktı.

"Çocukluk yapmayı bırak, çekil önümden."

Az önce saçında olan elimi bu sefer de beline indirip hızla kendime çektiğimde nefesini tuttuğunu hissetmiştim. Başımı eğip kulağına doğru yaklaşırken önceden inip kalkan göğsü sabit bir hal almıştı.

"Nefesini sal Donghyuck."

Kulağına fısıldamamla birlikte omuzlarımdan tutup beni itmesi bir olmuştu. Çattığı kaşlarıyla sinirle solurken tehdit eder biçimde parmağını bana doğrultup konuşmaya başladı.

"Bir daha sakın ama sakın bana dokunmaya kalkma. Anladın mı? Biraz yakın davrandım diye aklında ne kurdun bilmiyorum ama bir daha böyle bir şey yaşanırsa seni pişman ederim."

Gülüp ringten inerken ve yerdeki çantamı omzuma takarken hala bakışlarını sırtımda hissedebiliyordum. Salondan çıkmadan son kez sinirle kızaran yüzüne baktım.

"Bugün çalışmasak da olur Donghyuck, eve gidip nefes terapisi yapacak bol bol zamanın olur hem."

Daha fazla ona bakmayıp salondan çıkarken aklım hala sinirden aralanan dudakları ve inip kalkan göğsüyle ne kadar büyüleyici göründüğündeydi.

xxx

dengesiz mark

punch! [markhyuck]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin