prince of the moon.

86 5 0
                                    

Sessizlik. Her gece olduğu gibi, bu gece de hakimdi Tongyeong kasabasına. Gecenin ilerleyen saatlerinde başlayan rüzgarın uğultulu sesine eşlik eden bir prens. Liman kentinde yaşayan prens, her zaman gittiği yerde, kendini kıyının yakınında bulmuştu. Gökyüzündeki yıldızlar sanki oradan birisi gözüne ışık tutuyormuşçasına parıldıyordu. Genç prens, rüzgarın saçlarında gezmesine izin verdi. Kıyıya vuran dalga sesleri, oldukça huzur vericiydi...
Limana ayırdığı vakit sona ermişti. Uzun ve yorucu bir yürüyüşün ardından evinin yolunu tuttu. Adım sesleri rüzgarı az da olsa bastırıyordu. Sonunda oldukça ihtişamlı olan evine vardı. Kendine ait olan evini her gördüğünde içindeki dışlanılmışlık hissini sonuna kadar hissediyordu. O görkemli kraliyet şatosundan kendi isteğiyle taşınmış olmasına rağmen.

"Anne sence de o kendini beğenmiş ve bencil biri değil mi? Artık fazlalık ve yük olması canımı sıkmaya başladı." İpleri koparan sözcük, fazlalık'tı. O kim oluyordu da kendisiyle böyle, sanki tükürürmüşçesine konuşabiliyordu? Bunu kendinde hak olarak mı görüyordu? Ondan zaten hoşlanmayan üvey annesine bu tarz bir konuyla gitmesi, yanan bir ateşe odun atmak olayıydı. Üvey kardeşinin söyledikleri sanki birer çöpmüşcesine onu dikkate almadı. Onunla bir işi yoktu. Kim Taehyung için, Jimin bir şey anlam ifade etmiyordu. Kardeşi bunu fark edince sinirlendi. Zaten saldırıya geçmek için uygun bir an bekleyen annesini iyice çileden çıkarmak için elinden geleni yapmaya karar verdi. Taehyung karanlık olan odasına bir göz atıp yatağına uzandı. Bütün bu olan saçma şeylerle o mu uğraşacaktı?
Gözlerini kapamasının ardından sadece kısa bir süre geçmişti. Kraliyet şatosunda gereğinden fazla, uyuyan birini rahatsız edecek türden gürültü oluyordu. Tüm bu seslerin sahibi, yüzünü dahi görmek istemediği üvey annesi olan Kim Ji Woo' ya aitti. Neler olduğuna bakmaya tenezzül bile etmeyen prens, birden ayaklandı. Babasının da bir şekilde bu kadın yüzünden çileden çıktığını duyabiliyordu. Yol ortasında, tiz sesiyle babasına bağıran, sinirden küplere binmiş olan kadına baktı. "Senin oğlun bir yük! Bunu göremeyecek kadar kör müsün! Artık gitsin buradan. Yeteri kadar tahammül ettim ben ona!" Aptal kadının söyledikleri bu sefer son noktaydı. Kendini ne sanıyordu? Tek isteğinin para olduğunu göremeyen babasına karşı da sinirliydi. Kadın babasına ithafen öyle ağır ve kırıcı konuşuyordu ki Taehyung sınırı aştığını fark edince sinirden gözleri seğirdi.

"Sen yaşlı bunağın tekisin! Bu aptal şatoda senin gibiler nasıl olurda yer edinir!" Kim Sang Hoon, oğlunun bir ateşi andıran kırmızı gözlerini gördü. Kim Taehyung'un kırmızı gözleri kana susadığının ve o an çok tehlikeli olduğunun bir göstergesiydi. Karısı bir kaplan tarafından yenilmek üzere, tehlike içerisinde olan bir ceylanı andırdı kendisine. Ölmek üzere olan bir ceylan. Taehyung'un gözü dönmüştü,hemen oracıkta o sefil kadının işini bitirecekti. Aniden sinirle durmak zorunda kaldı.
Bunu nasıl yapar? Neden böyle gereksiz ve saçma bir şey yaptı? Babası karşısında tıpkı bir gökdelen gibi sapasağlam dimdik bir şekilde duruyordu. Derdi neydi? O aptal kadını mı istiyordu, istediği şey bu muydu cidden?

Karanlık düşüncelerle, düşüncelerinden pek farkı olmayan karanlık odasına ulaştığında zihninde dolaşan düşüncelerinden uzaklaşmaya çalıştı. Babasını seviyordu, ancak ona ne olduğunu anlamamıştı. Sanki tek isteği para olan o kadını, kendisinden daha değerli gibi hissettirmişti o gün. "Git buradan" sadece iki sözcük Taehyung'un delirmesi için yeterliydi.
O gün sinirle çekip gitmişti ancak şu anda babası için üzülüyordu,orada babasının ölmesini bekleyen bir kadın vardı. Oldukça yorgun olan ruhu daha fazla bu tarz düşüncelere dalmasını istemiyormuş gibi kendisine engel oldu.

Perdeden sızan günün sofistike ışıkları odayı aydınlatmaya yetmese de etrafı görülebilir kılıyordu. Gözlerini varoluşa açan prens, yatakta oturur pozisyona geçti ve sorgulayıcı düşüncelerini zihninde gezdirdi. Bugün kendine hakim olmak bir hayli zordu. Taehyung  kan istiyordu. Kendine hakim olmayı kraliyet şatosunda bir çok insanın arasındayken öğrenmek zorunda kalmıştı. Ancak her ayın bir günü olan kanlı ay gecesinde, Taehyung kendini kaybediyordu. Kan o an onun için paha biçilemez derecede lezzetli ve karşı konulamaz geliyordu. Taehyung ırkının vahşi kesiminde olan bir vampirdi, ancak kendini dizginlemeyi bir süre sonra öğrendi. Tek kusuru kanlı ay vaktiydi. Kime denk geleceği asla belli olmuyordu. Ve kana ne zaman doyacağı da. Kanlı ay vakti yaklaştığı için Taehyung git gide kendine hakim olmakta güçlük çekiyordu. Ama bu sefer bu işin altından kalkacaktı. En azından böyle düşünmek güçlü bir ruh yapısına itiyordu kendisini. Olduğu yerde doğruldu ve seri adımlarla odasından çıktı. Yüzünü yıkayıp, istemeden de olsa kahvaltı yapmayı düşünüyordu.

'İstemiyorum' diye haykırmak istiyordu prens. Hoşlanmasa da yemek zorunda hissediyordu kendini. Taehyung güçlü ve diğer vampirlerin bile korkacağı türden bir vampirdi. Bu gücünü de midesini az da olsa memnun ederek bir nevi arttırıyordu. Fiziksel olarakta görenleri hayran bırakacak olan prens, istediğini  her zaman alırdı. Ancak halkın onlardan korkup kaçacak olma ihtimali,kendisini gizli tutma gereksinimine zorluyordu. Belli başlı kişiler dışında pek kimse bilmezdi bu önemli bilgiyi. Kaçan keyfiyle ve bıkkınlığıyla koyu kırmızı renginde olan sandalyesine güçlükle de olsa oturmuştu. Hızlıca yiyip en azından açlık hissinden bir an önce kurtulmak istiyordu. Sonrasında ise her zamanki gibi güneşin batışını izlemeyi ve limana gidip temiz havayı ciğerlerinde hissetmeyi planlıyordu. Taehyung'un güneşe karşı bir hassasiyeti yoktu, ancak yine de verdiği ısı ve ışık onun fazla sinirlenmesine ve asabi olmasına neden oluyordu. Güneş'in altındayken kan kokusuna olan hassasiyeti giderek artıyordu. Bu sebeple insanları tehlikeye sokmamak açısından her gün, doğan güneşin batışını keyifle izliyordu.

Saatlerce süren uzun bekleyişin ardından dışarı çıkma vakti gelmişti, bir prens edasıyla hızlıca giyinmiş ve limana doğru ilk adımını atmıştı. Gökyüzünün berrak ışığı altında düzenli adımlarını tekrarlı bir şekilde sürdüren prens, adeta parıldıyordu. Etrafında yürüyen insanlardan gelen kan kokusundan etkilenmemeye çalışıyordu.
"Onu gördünüz mü?" Orta yaşlarda olan bir kadındı, ve ne yazıktır ki duyulmadığını zannediyordu. "Kimden bahsediyorsun sen?" Yaşıtında bir kadının dönütüyle iyice heyecanlanan kadın hevesle konuşuyordu. "Prens Taehyung, yoksa görmedin mi!" Gözden çoktan kaybolan Taehyung'un yüzünde belli belirsiz bir sırıtma oluştu. Bu tarz şeyleri sık sık duyuyordu ve ister istemez hoşuna gidiyordu. Küçük yaşlarda annesini kaybettiğinden, epeydir beğenildiğini dile getiren insan sesi duymamıştı. Bu durum kendisini mutlu ediyordu.

Annesi Kim Mi Yeon, Taehyung'u ve eşini bırakıp bu dünyadan göçeli neredeyse on yıl olmuştu. Annesinin bünyesi çok zayıftı, bir doğumu kaldırma düzeyi bile çok düşüktü.
Doğum sonrası, durumu gittikçe kötüye gitti. Taehyung henüz gençliğine giremeden annesi vefat etmişti. Taehyung çok zor zamanlar geçirdi. Ama şimdi şu sıralar tek düşünebildiği şey babasıydı. Onu bırakıp Tongyeon'a taşınmakla iyi bir şey mi yapmıştı emin olamıyordu. Bu konu da pişman olmamayı umuyordu.
Temiz havayı içine çekerken etrafta yoğunlaşan kan kokusu başını döndürüyordu adeta. İnsanların kendine doğru yaklaşması, sınırlarını çok zorluyordu. Liman kıyısında bir kalabalık vardı. Taehyung hem fark edilmemek için hem de kan kokusundan etkilenmemek için en uzak noktaya geçti. Yakında gelecek olan kanlı ay onu şimdiden tetikliyordu.

Bu gece de sonunda herhangi bir tehlike yaşatmadan ulaşmıştı evine. Huzurluydu ama içinde bir yerlerde, bir kısmı hâla kan için deliriyordu. Bu kesinlikle Taehyung'a dert açacak bir durumdu. Tekrar, karanlık olan odasına doğru ilerledi. Yarın da kan içemeyecek oluşu onu ciddi anlamda deli ediyordu. Şimdiden gidip ay ışığının altında kan içmek istiyordu. Taehyung için kan, arzuladığı tek şeydi.

𝔂𝓾𝓪𝓷𝓯𝓮𝓷' 𝓽𝓪𝓮𝓰𝓲Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin