ölüm hep var olmuş ve hep var olacak olandır

212 44 11
                                    

Güneş yerini Ay'a bırakır, bir çocuk düşüp dizlerini kanatır, bir ağaç devrilir, bir cinayet işlenir. Karanlık aydınlığı yutar, masumiyetin kefareti olan kan damla damla dökülür, yılların yükü yerle bir olur, bir hayat yok olur gider. Yıldızlar belirir ufukta, öğrenir yaralar nasıl iyileşeceğini, filizlenir yeni fidanlar ölü kovuktan, ve birinin ölümü kurtarır binleri. Hayat; acısında tatlı, karanlığında aydınlık, vahşetinde merhamet taşıyan bir tezatlıklar silsilesidir.

İlkbahar gelir. Mimozaları getirir ilkbahar, ah sevgili mimozalar. Papatyalar açtırır dört bir yana, kiraz çiçekleri süsler papatyaları hatta. Ağaçlar canlanır, doğa canlanır, insanlık canlanır. Sonbahar gelir sonra; çiçekler solar, kiraz çiçekleri dökülür, yapraklar ölür. Kış gelir, can veren ne varsa üzerine beyaz bir örtü örter. Tıpkı ölen kişinin üzerine morglarda örtülen beyaz örtüler gibi, kar yağar en ücra köşelerine dünyanın. Zirâ öldürdüklerinin üstünü örter ölüm karla, beyaz bir örtü misali.

Kimse bilmez Ay'ın aslında Güneş'in ışığını sömürdüğünü, dizleri kanayan çocuğun yaralarının hiçbir zaman iyileşmediğini, devrilen ağacın köklerinin can çekiştiğini, işlenen cinayetin sadece maktülü öldürmediğini. Kimse bilmez, yaraların iyileşmeyi öğrenirken daha çok kanadığını.

Fakat benim gibiler, benim gibiler bunu çok iyi bilirler. Çünkü benim gibiler; sömürülen Güneş'tirler, dizleri kanayan o yalnız çocuk, devrilen ağaç, o acımasız cinayetin maktülüdür benim gibiler. Kanımız durmaz akar, zirâ yaralarımız kapanmaz bizim. Öylece etrafımızı izleriz, ölüm kokar üzerimiz, çünkü biz işlenen en büyük cinayetlerin şahitleriyiz. Biz, ölümün bizzat kendisine yenilenleriz.

Benim gibiler efendim, yolda yürürken bile bastıkları kaldırımdan şimdi ölü olan kaç kişinin geçtiğini düşünürler, yanından geçen kaç kişinin yarını görebileceğini düşünür benim gibiler. O kadar sıkı fıkı olmuşlardır ki ölümle, artık şaşırmazlar ne görürlerse görsünler. Canımız yanmaz bizim, ölümden gayrı alev yakamaz bizim canımızı. Çünkü biz biliriz; her şey geçicidir ve yaşamak aslında aynı zamanda ölmektir.

Bana soracak olursanız; yaşlanmak ağır ölüm hâlidir. Hepimiz her ân ölüyoruz, derimiz soyuluyor, buruşuyor. Gözlerimiz çöküyor, saçlarımız beyazlıyor, ölüm âdeta içimize işliyor. Yine de gülümsüyoruz hayata, fakat ne için? Bir hiç için!

Şimdi bile titreyen kelimelere sahipken, ileride ellerim de titreyecekse, nasıl düzgün kelimeler dökebilirim zihnimden? Veyahut, şimdiden zorlanıyorsam merdiven çıkarken, ileride nasıl yaparım bunu bükük belimle? Nasıl tutunurum hayata, kollarım kalkmıyorken? Nasıl, nasıl bakarım yere, ölümün gölgesi üzerime düşüp ayak ucuma yansıyorken?

Söyleyemezsiniz değil mi, söyleyemezsiniz tabii! Fakat benim gibi olanlar söyleyebilir. "Dökemezsin." derler. "Çıkamazsın."derler. "Tutunamazsın."derler. "Bakamazsın."derler.

"Sen ölümün gölgesi ayak ucuna vururken yaşayamazsın."derler.

Dururuz biz, düşünürüz. Hatta o kadar dururuz ki, ileryeleyemeyiz hiç. Düşünmekten şu anımızı kaçırırız, nice şimdilerin katili oluruz.

Biz, biz, biz! Lâkin biz kimiz? Biz efendim, sizin deli dedikleriniz. Törpüledikleriniz, iteleye iteleye kadrajdan dışarı ittikleriniz. Yaralı âşıklarız, büyümemiş çocuklarız, hâlâ annesinin kokusunu merak eden kederli adamlarız biz. Siz bizi bilmezsiniz, biz bambaşka bir yerdeyiz. Siz oraya gelemezsiniz. Yollar kapatıldı, köprüler yıkıldı. Buraya, ölümle tanışıklığı olan bütün deliler toplandı.

Kimimiz yakından tanıyoruz, kimimiz nâmını duymuşuz daha önce, kimimizse çoktan deneyimlemiş soyut bir şekilde. Bazılarımızsa izlemiş sadece; bazen ölen mimozaları, bazen papatyaları, kuşları...

Bense bütün bu karmaşanın arasında, sessizce odamda döküyorum bu kelimeleri sayfalara. Kafamda ben'ler toplanıyor, kendilerine devletçikler kuruyor. İnce bir fısıltıdır, kulaklarımdan hiç eksilmiyor.

Asırlardır bir tür tükeniyor, bir diğeri çıkageliyor. Dünün annesini kaybetmiş küçük kız çocuğu, bugünün annesi oluveriyor. Bir göz kapanırken ağlama sesleriyle bir diğeri açılıyor; bir uçak düşüyor, diğeri havalanıyor. Çarklar dönmeye devam ediyor, çarklar gürültüyle dönüyor. Küçük çarkların parçalanıp gitmesi ise, büyük çarklar için hiçbir şey ifade etmiyor.

Günün sonunda;

Anneniz ölüyor.
Babanız ölüyor.
Çiçeğiniz ölüyor.
Duygular ölüyor.
Köpeğiniz ölüyor.

Siz, efendim…
Siz ölüyorsunuz!

Ölüm, hep var olmuş ve hep var olacak olan oluyor.

ölüme dair öğrendiklerimWhere stories live. Discover now