"Bu ne böyle be?"
Gördüğüm şeyle çığlık atıp Felix'in gözlerini hızla kapattım. Benim bebeğim bunları görmek için daha çok küçük.
"Wooyoung sen bizi Love land'e mi soktun yoksa siktir!"
Hey, merak etmeyin size Güney Kore halkının kurduğu bu muhteşem (!) tematik parkta neden ve nasıl olduğumuzu açıklayacağım. Tabi buradan Felix'in ve diğerlerinin kalan bir parça olan masumiyetini kaybetmeden çıkmamızı sağlayabilirsem..
Aslında her şey kesinlikle normal ve sakin olarak tanımlayamayacağım, adeta lanetlenmiş ve uğursuz olan bir sabahla başlamıştı.
Adını anmak istemediğim ama adı Jung Wooyoung olan ve benim en yakınlarımdan olacak olan o geri zekalı, bakın altını çiziyorum sabahın yedisinde sanki evin kapısı yokmuş gibi Felix'le kaldığım odaya pencereden girmiş ve bizim kelimenin tam anlamıyla neredeyse korkudan altımıza kaçırmamızı sağlamıştı.
Orospu Wooyoung.
Tabi ki onun sayesinde sabahın körünce evin içinde yaygara kopmuştu ve Jungkook hyung muhtemelen annemden kaptığı teknik sayesinde elinde tava ile odamızı basmıştı abimle beraber.
Çok şükür ki bu sefer tava ile bayıltılan birisi olmadı.
Pekala o kısımları atlattıktan hemen sonra diğerleri de damlamıştı eve. Yeonjun bir ara karşısında bu kadar kişiyi görünce 'Jungkook hyungum hayır kurumu mu lan?' diye bizimkileri kovmaya kalkmıştı ama abim Jungkook hyungdan devraldığı tavayı ona gösterince 'Gönlü kadar kendisi de zengin hyungumun evine hoş geldiniz tabi.' diyerek onları saldı.
Kahvaltının ardından Yeonjun ve Soobin abimin değişiyle 'sürtmek' için evden kaçarcasına gittikten sonra bizim grup iki arabaya sıkış tepiş doluştu ve bizde abimlerin peşine takıldık. Teorik olarak Love land, barınak ve sanat müzesinin oraya gidiyorduk.
Abim ve Jungkook hyung barınağa uğrarken tabiri caizse bizi tam ateş çemberinin ortasına bırakarak gitmişlerdi.
Ve evet son sözleri "Müze sağda park sol tarafta. Yanlış tarafa gitmeyin ve biz dönene kadar eğlenin çocuklar." olmalıydı. Yoksa müze solda park sağda mı demişti?
Size o an orada kimlerin olduğunu söyleyeyim hemen,
Wooyoung, San, Chan, Minho, Changbin, Jisung, Seungmin, Jeongin, Felix ve ben. Tamı tamına 10 aptal.
Bu saydığım bütün insanlar -bende dahil- abimleri asla dinlememek gibi bir hataya düşmüştük.
"Ee şimdi nereye gidiyoruz?" diyerek iki tarafa ayrılan yola baktı Felix.
Dudaklarımı büzerek etrafımıza baktım bende.
"Emin değilim sanırım sol tarafta müze."
Herkes aynı benim gibi emin olamadığı için kafasına göre sol veya sağ diyordu. Anlayacağınız tam bir karmaşa alanıydı. Tam o anda Wooyoung herkesi susturarak ortaya geçti.
"Millet filmlerde hep kötü olan seçenek sol tarafta olur. Bence sağa gitmek daha mantıklı."
Çoğunluk onaylar sesler çıkardığında mecbur onlara uyarak ağaçlık alanın içine girdim bende. Bildiğim kadarıyla olduğumuz alandan müzeye doğru giden bu ağaçlık yol yaklaşık 1 kilometre uzunluğundaydı ve biz bu hızda 15 dakikada falan orada olurduk.
"Lixie sen tarçınlı kurabiye seviyordun değil mi?"
Ben kafamdan hesapla yapmakla uğraşırken üzümlü kekimin dibinde biten kimdi tahmin edin hadi? Ettiniz değil mi? Elbette Changbin. Sırt çantasından çıkardığı üzerinde Sponge Bob olan yemek kabını uzatmış tatlı tatlı gülüyordu ona.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
We Can't Be Friends // Hyunlix [Durduruldu]
FanfictionHyunjin için Felix'le arkadaş olmak aşkını gizlemekten daha zordu.