Mark hızlı adımlarla şirketin önüne geldiğinde nefes nefese olmasını umursamadan hızla girişe yöneldi. Şirkete girdiğinde kendisine dönen birkaç bakışı fark etse de şu an bu durumu umursayacak değildi.
Hızla asansörlerin olduğu alana ilerlerken içinden Yuta'nın henüz onunla karşılaşmamış olması için dua ediyordu. Hızlı olmalıydı. Hyungunu yalnız bırakmamalıydı.
Beklediği asansörün henüz bulunduğu kata ulaşmadan duraklaması ile içinden bir küfür savurdu ve hızla merdivenlere ilerlemeye başladı. Bekleyemezdi. Şu an ne kadar hızlı olabilirse onun için o kadar iyiydi. Birkaç saniye bile onun için fazlasıyla önemliydi.
Ne zaman çıktığını bile anlamadan merdivenleri tırmandığında nefes nefese kalmasını umursamadı. Pratik odalarına ulaşmadan durup dinlenemezdi. Bunun aksine henüz kahvaltı bile yapmadığı için halsiz düşen vücudu onun adımlarının yavaşlamasını sağlıyordu.
Mark birkaç dakika daha dayanabilmesi için Tanrı'ya dua ederken pratik odalarına ulaşmıştı. Kapıyı açıp hızla içeri girdiğinde ise gördüğü manzarayla rahat bir şekilde kendisini yere atmıştı.
Yuta hızla açılan kapı ile afallarken gelen kişinin Mark olduğunu görmesiyle daha fazla şaşırmıştı. Mark'ın yerde nefes nefese halini gördüğünde ise endişeyle ona doğru ilerledi.
"Mark?" Mark'ın kırmızı şapkasını kafasından çıkartıp birbirine girmiş olan saçlarını geriye doğru attı ve onun yüzüne endişeyle baktı.
"Bir şey mi oldu? Ne bu halin?" sesindeki endişeyi fark eden Mark yüzündeki hafif tebessüm ile derin bir nefes alıp kendisine şaşkınca bakan hyungunu inceledi.
Yuta dans ettiğinden dolayı hafif kabarmış saçları, nefes nefese kalmış hali ve endişeyle büyüyen gözleri ile fazlasıyla tatlı görünüyordu. Mark bu manzarayı incelemeye dalmışken Yuta hafifçe onu dürterek kendisine gelmesini sağlamıştı.
"Cevap versene Mark. Endişelendiriyorsun beni? Yurtta bir problem falan mı var yoksa?"
"Hayır hayır." dedi hızla kafasını iki yana sallayarak Mark. Yattığı yerden doğrulup derin bir nefes aldı.
"Ne oldu o zaman? Bana bugün şirkete gelmeyeceğini söylememiş miydin?" Yuta'nın sorusu üzerine Mark bir an durakladı. Taeyong hyungu ile konuştuktan sonra hızla yurttan çıkmıştı ve doğru düzgün düşünememişti bile. Tek amacı Yuta'nın Winwin ile karşılaşmadığından emin olmaktı. Bu yüzden de şu an mantıklı bir açıklaması yoktu yapabileceği.
"Ben...sadece yurtta sıkıldım. Hyunglar da yurtta değildi. Sen de şirkette tek başına olacağını söylemiştin. Bu yüzden buraya gelmeye karar verdim." dedi sevimlice gülümseyerek. Yuta aldığı cevap ile kötü bir şey olmadığını anladığında rahatlamıştı.
"Pekala. Al şunu iç." diyerek su şişesini Mark'a uzattığında Mark teşekkür ederek şişeyi aldı. Koştuğu için kuruyan boğazı onu gerçekten zorluyordu.
"Madem sadece beni görmeye geldin neden nefes nefesesin o zaman? Arkandan birisi mi kovalıyordu yoksa?" dedi Yuta gözlerini kısarak.
"Asansör bozulmuştu. Bu yüzden merdivenleri kullanmak zorunda kaldım." Mark hızla bir bahane uydurduğunda ilk defa beyninin bu kadar hızlı çalıştığına şahit olmuştu.
"Ah sabah tamir edeceklerini söylemişlerdi. Henüz servis gelmedi demek." diyerek kafasını sallayan Yuta'ya bakarken kendisini suçlu hissetmişti Mark. Hyunguna yalan söylemek istemiyordu. Onun kendisine olan güveninin sarsılmasını asla istemiyordu.
"Yuta hyung?" Yuta kendisine seslenilmesiyle Mark'a baktı.
"Efendim?"
"Bugün..bir şey oldu mu? Yani...normalde olmayan bir şey gibi..hani her gün olan şeyler gibi değil demek istediğim." Mark saçmaladığını fark ederek yüzünü buruşturdu. Aptaldı. Gerçekten düşünmeden konuşmaması gerektiğini bir türlü hatırlayamayan bir aptaldı.
"Ne saçmalıyorsun Mark?" dedi onun dediklerinden hiçbir şey anlamayan Yuta.
"Yani şey...tuhaf bir şey falan olmadı değil mi bugün şirkette? Kötü hissetmeni sağlayacak birisini görmedin değil mi?"
"Kötü hissetmemi sağlayacak birisi mi? Ne demek istediğini anlamadım Mark?"
"Ah boşver hyung. Ben henüz kahvaltı yapmadım da kafam biraz dağınık ondan böyle saçmalıyorum."
"Kahvaltı yapmadın mı? Aish...gerçekten beni hiç dinlemiyorsun." Yuta ona onaylamaz bir bakış atıp yerinden kalktı ve köşedeki çantasına ilerledi. Mark şaşkınca onun ne yaptığını anlamaya çalışırken kendisine doğru elindeki atıştırmalıkla yürüyen hyungunu görünce yüzünde bir tebessüm oluşmuştu. Hyungunun kendisini düşünmesi, kendisi için endişelenmesi hoşuna gidiyordu. Bu değerli hissettiriyordu.
"Al şunu da ye hemen. Birdaha da kahvaltı yapmadan evden çıkma." çattığı kaşlarıyla sahte bir sinirle konuşan Yuta'ya kafasını sallayarak elindeki atıştırmalığı aldı Mark. Mark atıştırmalığı yerken Yuta'da onun yanına oturmuş, karşılarındaki aynadan Mark'ı izliyordu.
Mark izlenildiğini fark ettiğinde yüzünde oluşan tebessüme engel olamamıştı. Bunu fark eden Yuta da gülümsedi. Bu küçük çocuğun ufacık şeylerden bile mutlu olabilmesi onun hoşuna gidiyordu.
"Neden gülüyorsun Mark?" dedi sanki nedenini bilmiyormuş gibi Yuta.
"Hoşuma gitti çünkü." dedi omuz silkip yemeye devam ederken Mark. Hafif kızarmış yanaklarını saklamaya çalışarak kafasını eğmişti. Yuta hafifçe kıkırdadı. Mark şu an gerçekten ufak bir çocuk gibi görünüyordu. Bu gerçekten sevimliydi.
"Pekala. Daha fazla hoşuna gidecek bir şeyim var sanırım." Yuta konuştuğunda Mark anlamayarak ona bakmıştı. Yuta ona gülümsedi ve elini cebine atarak bir şey çıkartarak Mark'a uzattı.
"Bulmuşsun!" Mark gördüğü bileklik ile şaşkınca hyunguna bakmıştı. Yuta ise omuz silkerek gülümsemeye devam etti.
"Demek bu yüzden erkenden çıkıp şirkete geldin hyung!" Mark mutlulukla konuşurken bir yandan da bilekliği bileğine takmaya çalışıyordu. Bunda başarısız olduğunu fark eden Yuta bilekliği onun elinden aldı.
Mark onun bilekliği takmasını beklerken bir yandan da konuşmaya devam ediyordu. Fazlasıyla mutlu ve heyecanlıydı. Birkaç gün önce hyungunun ona aldığı bilekliği kaybetmişti ve bu gerçekten onun mutsuz olmasını sağlamıştı.
"Hyung gerçekten çok mutluyum şu an!Birdaha bulamayacağımı sanıp endişeleniyordum ben de. Nerede buldun sen? Ben her yere bakmıştım oysaki."
"Kafede düşürmüşsün. Çalışan benim bileğimde de aynısından görünce benim olabileceğini düşünmüş. Bana verdi o da." diyerek durumu açıkladı Yuta.
Mark'ın bakışları onun bileğindeki bilekliğe kayınca gözleri parlamıştı. Kendisine engel olamayarak hızla hyunguna sarıldığında Yuta bir an afalladı.
"Teşekkür ederim hyung. Çok teşekkür ederim. Bu benim için çok önemliydi. Gerçekten çok teşekkür ederim." Mark'ın sürekli teşekkür etmesiyle Yuta gözlerini devirdi. Mark'ın bir diğer davranışı da buydu. Ufacık şeylerden mutlu olduğu gibi ufacık şeyler için fazlasıyla minnettar oluyordu. Kendisi için sorun değildi ama herkese karşı böyle davranıyor olması Yuta'nın canını sıkıyordu. Herkesin kendisi gibi iyi niyetle Mark'a yaklaşmadığının farkındaydı ve bu onu endişelendiriyordu.
Yuta kendisine sarılan Mark'a kollarını saracakken açılan kapıyla bakışları kapıya kaydı. Mark hâlâ teşekkürlerini dile getirdiği için hiçbir şeyin farkında değildi. Kollarını hyunguna daha sıkı sarmış, sürekli minnettarlığını göstermekle meşguldü.
Yuta ise karşısında gördüğü kişinin yaşattığı şok ile şaşkınca bakakalırken bunun bir rüya olup olmadığını sorguluyordu. Çünkü karşısındaki kişi 2 sene önce ona haber dahi vermeden ülkesine dönen sevdiği adamdan başkası değildi.
"W-Winwin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
comeback▪︎yuwin
FanficWinwin, Yuta'dan ayrılıp kendi ülkesine dönmüştü. Peki tekrar karşılaştıklarında eski Yuta'yı bulabilecek miydi?