Saate baktım.
Lanet olsun, altı olmak üzereydi. Acele etmeliydim.
Zamanın nasıl geçtiğini unutmuştum ve Nicholas da neredeyse evde olurdu. Yatak odasının zeminindeki fotoğrafları dikkatlice toplamadan önce gözlerimdeki yaşları sildim. Fotoğrafları birer birer toplarken göğsüm ağırlaşıyor, zarfa yerleştirirken hatıraları biraz daha yâd ediyordum.
Elimde sadece hatıralar kalmıştı; onlar da bir kez solduğunda artık devam etmek için hiçbir sebep kalmayacağını bildiğimden, hepsine sanki son nefesimmiş gibi sarılıyordum. Zarfı dolabın arkasındaki büyük özel bir kutunun dibine saklayıp gizli bölmenin üzerine de birkaç kitap koymaya dikkat ettim. Nicholas daha önce onları hiç bulamamıştı; bulsaydı da yok edeceğinden emindim.
Derin bir nefes alarak ellerimi saçlarımın arasında gezdirdim ve kendimi son iki saattir kapılmış olduğum maziden sıyrılıp aşağı inmeye zorladım.
Adımlarım boşluğu vurgularmış gibi mermer zeminde yankılandı. Yegâne sığınağım olan mutfağa girdim. Kendini beğenmişlerin kendini beğenmişler için yaptığı bu evin her bir odası şatafatlı ve abartılıydı; bu sığınak hariç. Buranın daha az müsrif döşendiği söylenemezdi ama diğerlerinde olmayan bir sıcaklık barındırıyordu.
Çalışırken düşüncelerim kaçınılmaz olarak dolabımın arkasında güzlenmiş o sevgili resimlere gidiyordu. Ama geçen dakikalar beni Nicholas'ın gelişi konusunda uyardıkça, o resimler bile içimde gittikçe büyüyen endişeyi engelleyemiyordu. Saat altıyı otuz bir geçe garaj kapısının açıldığını duydum. Yüreğim ağzıma geldi.
"Harry?" diye seslendi Nicholas antreden.
"Mutfaktayım!" diyerek cılız bir sesle cevap verdim. Belki üst kata çıkar ve birkaç dakika daha beni rahat bırakırdı. Ama elbette hiçbir zaman o kadar şanslı olmamıştım. Ayak seslerinin yaklaştığını duyunca kendimi hazırladım.
"Yemek hazır mı?" Kapıdan girerken kravatını hızlıca çekiverdi.
"Şey, daha değil. Sadece birkaç dakikası kaldı," dedim ona hiç dönemden.
Her ne kadar ona hiç bakmamak için dirensem de durakladığını hissettim. Cehennemde hayatta kalmayı çok uzun süre önce öğrenmiştim. Onunla ne kadar az etkileşime girersem o kadar iyiydi.
Burnundan soluyarak kısık sesle "Hayırsız sürtük!" diye homurdandı.
İthamlarının tetiklediği öfkeyi zapt etmeye çalışırken dişerim gıcırdadı.
Evrak çantasını yanımdaki tezgâha koydu ve kravatını üstüne fırlattı.
"Ben işten kaçta geliyorum Harry?"
Nicholas başını eğip beni kendine bakmaya zorladı.
"Altı buçukta."
"Eve geldiğimde yemeğin hazır olmasını istemem çok mu?" dedi "Yoksa şu beş para etmez hayatında yapacağın daha iyi şeyler mi var?"
Olduğum yere sindim ama hiçbir şey söylemedim. Benim çalışmamı istemeyen oydu.
"Ben de öyle düşünmüştüm." Biraz daha yaklaştı, sözleri uyarı anlamı taşıyordu.
"Akşam yemeği altı buçukta hazır olmalı diyorsam, o saatte hazır olacak. Anlıyor musun?"
Gözlerindeki tehdidi görebiliyordum. Beni fiziksel olarak hiç incitmemişti ama yine de kimin patron olduğunu bildiğimden hep emin olmuştu. Herhangi bir gücüm vardıysa bile, dokuz yıl önce acımdan kaçmanın bir yolunu arayıp, Şikago'ya kadar Nicholas'ın peşinden gelirken, bu güçten vazgeçmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TUTKUN (Larry Stylinson Version)
RomanceBir tutku ve ayrılık hikâyesi. Her şeye rağmen pes etmeyen bir aşkın destanı... Harry ve Louis, rüya gibi bir aşk yaşamakta, bir ömür boyu birlikte olacaklarına inanmaktadırlar. Aralarında aşkla ve tutkuyla örülü, asla kopmayacak gibi görünen bir b...