İyi okumalar...
Media: İkizlerimiz"Büyükbabanız sizi çağırıyor, efendim. " dedi sekreter bozuntusu.
Electra bu kadından hiçbir zaman haz etmemişti. Sürekli aşağılayarak bakardı. Halbuki aşağılayarak bakması gereken Electra'ydı. Sonuçta koskocaman mücevherat zinciri sahibi kendisiydi. Ancak Electra bunu yapmazdı. Karakter meselesiydi.
Kızıl saçlarını arkaya savurdu ve asansöre doğru ilerledi. İhtiyardan yine azarı yiyecekti. İhaleyi kaybetmelerinin sebebi kendisi değildi sonuçta. Yani azıcık. Tamam belki biraz.
Asansöre bindi ve çalışanlara kısa bir selam verdi. On dokuzuncu kata bastı, tek ayağıyla ritim tutmaya başladı.
Electra inmeden tüm asansör boşalmıştı bile. Hatta ihtiyarın asistanı Carol bile büyükbabasının yanına çıkmamıştı. Ne kadar sinirli olduğunu buradan da anlayabiliyordu genç kadın.
Kata geldiğinde indi ve ince topukluların üzerine dönerek ihtişamlı kapıya yanaştı. Büyükbabası gösterişi severdi.
Kapıyı iki kez tıklattı. İçeriden gelen,"Gir," sesine itaat etti.
Kendin emin adımlarla odaya girip arkasından kapıyı kapattı. İkizi Orestes, ihtiyarın karşısında el pençe bekliyordu. Ah, bu salak, diye düşündü Electra. Niye bu kadar hanım evladı olmak zorundaydı ki?
"Selam, ihtiyar!" Diyerek içinde bulunduğu kıyafetlerin ve mekanın tam tersi şekilde hareket etti.
Büyükbabası yaşına rağmen heybetini korumuştu. Yakışıklı bir adamdı ve suratından otorite akıyordu.
Soğuk gözleri Electra'yı buldu. Bakışları saçlarına kaydığında iğrendiğini aleni belli eden bir ifade takındı.
"Sana saçlarını boyat dediğimi hatırlıyorum, Electra."
Electra duruşunu dikleştirdi. Kızıl saçlarını, ihtiyar sevmiyor olabilirdi ancak kendisi gayet seviyordu. Çillerini de seviyordu. Bunlar İskoç babasından birer mirastı.
Büyükbabası bir İngiliz olduğundan doğal olarak İskoç babasını sevmiyordu. Torunlarında da ondan herhangi bir iz taşımasını istemiyordu.
İkizler de -Orestes'in ihtiyara sadık olmasına rağmen- bu düşüncesine sürekli karşı çıkıyorlardı. Onlar kızıllıklarından gayet memnundu.
"Ben de sana olumsuz cevap verdiğimi hatırlıyorum, büyükbaba. "
Büyükbabası bir nefes koyuverdi. Son şansını denemek için Orestes'e döndü.
"Sana da saçlarını açtırmanı söylemiştim. " dedi sarıya dönmesini isteyerek.
"Sana bu hakkı Tanrı tanısaydı büyükbaba, genlerimiz annemize çekerdi ve sarışın olurduk. Ancak görüldüğü üzere tanımamış ve biz de kızılız. Bunu bir an önce kabul etmeni öneririm. "
Electra, kardeşine sonra sarılabilirdi.
Büyükbabası geçiştirircesine elini salladı.
"Asıl konuya dönelim," dedi ve gözleri Electra'da kitlendi. Electra ayvayı yemişti. "Sana New York şubesini verdim, Electra. Sana koskocaman bir holding emanet ettim. Sen ise bir ihaleyi kazanmayı bile beceremedin," diyerek devam etti.
Electra gayet rahat tavırlarla büyükbabasının karşındaki deri koltuğa oturdu ve bacak bacak üstüne attı. İkizine yan bir bakış attığında uyarırcasına ona baktığını gördü, umursamadı.
Manikürlü tırnaklarını kontrol ederken,"Sen sanıyor musun ki ben ta New York'tan kalkıp Londra'ya gelmeyi seviyorum? Senin bu meymenetsiz suratını görmeye can attığımı falan mı sanıyorsun?" Dedi.
Büyükbabasıyla hep böyle konuşurdu. Bazılarına göre saygısızca gelebilirdi sözleri ya da uçarı kaçarı torundan beklenebilirdi bu sözler. Ancak bilmiyorlardı ki aslında bir intikam meselesi olduğunu.
Büyükbabası, Electra'nın babasıyla nasıl konuşuyorsa o da ihtiyarla öyle konuşuyordu.
"Düzgün konuş demeye bile takatim kalmadı, Electra. " dedi sıkılmışçasına.
Electra her şeye rağmen büyükbabasını severdi. Sonuçta bir tek o kalmıştı ailesinde. Bir de o gudubet teyzesi.
"Neyse neyse, ihale benim yüzümden kaybedilmiş olabilir fakat bu suçun yarısı senin. Evraklar tam değildi. Eksik bilgi vardı elimde. Tam teçhizatlı bir saldırı gerçekleştiremedim dolayısıyla. " diyerek ayağa kalktı.
Büyükbabasının masasında duran kurabiyeden ağzına attı.
"Pekala, eksik bilgiyi kapatabilirdin. " dedi sert bir sesle.
Electra'nın kaşları havalandı. Büyükbabasının masasının önüne geçti ve ellerini masaya dayayarak ona eğildi.
"Şike yapsaydım yani," dedi ve aşağılarcasına büyükbabasına baktı. Ondan aldığı tek özellikti bu bakış.
"Ben dürüst yollardan kazanmayı tercih ederim, Frederick Hendry. " diyerek noktayı koydu. Büyükbabası her ne kadar ürkütücü ve otoriter olsa da ikizlerle başa çıkamıyordu. Özelliklede Electra'yla.
Orestes biraz daha uysaldı. Electra ise ikizinin tam tersine dik başlıydı. Bu yüzden onu kontrol etmek epeyce zordu.
Doğruldu ve saçını düzelterek ikizine yan bakış attı.
"Ben New York'a dönmeden vakit geçirmek ister misin, Ory?" İkizi adının kısaltılmasından nefret ederdi.
"Orestes," diye düzeltti Electra'yı ilk başta. Sonra kolunu Electra'ya uzatarak gülümsedi.
Electra memnun bir şekilde ikizinin koluna girdi. Büyükbabasına dönerek,"Bundan sonra beni zırt pırt Londra'ya çağırma. Benden daha fazla güveneceğin bir adam çıkarsa karşına onu başa getirirsin benim yerime. " dedi.
Frederick ağzını açamadı. Torununun bu denli güçlü bir kadın haline gelmesi hoşuna gidiyordu aslında.
"Akşam yemek yiyelim, ne dersiniz?" Diyerek öneride bulundu.
İkizler aynı anda büyükbabalarına döndü.
Cevap veren Orestes oldu. "Ristorente Frescobaldi, akşam yedide. "İkizler kol kola odadan çıktılar ve ayrılmadan asansöre bindiler. Giriş katına basarken bile birbirlerine yapışık durumdalardı. Birbirlerini çok özlemişlerdi ve bunu gidermek istiyorlardı.
"Seni hangi şubeye aldı?"
Orestes'in parfümü hiç değişmemişti. Bir buçuk yıldır görüşmüyorlardı.
Orestes dudak büktü. "Rio'dayım."
Electra içten içe buna üzülse de kıkırdadı. "Hala bembeyazsın, insan bi' pişmiş tavuğa dönüp de gelir. "
Orestes de Electra'yla birlikte güldü. "Evimde güneş kremi koleksiyonu var. "
Birlikte kıkırdamaya devam ederken Asansör açıldı. Ellerinde belgelerle bekleyen kadınlar, birbirleriyle hararetli bir şekilde konuşan erkekler kızıl ikizlere döndü.
Belgelerle bekleyen kadınlar gitti yerlerine birbirleriyle fısıldaşıp Orestes'e kaçamak bakışlar atan kadınlar geldi. Kadınların tam tersi erkekler de konuşmayı bırakıp Electra'yı süzmeye başladılar.
İkizler böyle bakışlara alışıktı.
Sonuçta onlar hem kızıl hem de ikizdiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızılca Kıyamet
Romance"Her bir dövmenin anlamı var, değil mi?" diyerek önüne düşen kızıl tutamları geri üfledi. İlk olarak cevabı yüzüne üflenen sigara dumanıydı. Rahatsız olmadı. Arada sırada o da tüttürürdü. "Yaptırdığım zamanki anlamlarını mı soruyorsun yoksa seni tan...